17 Mart 2019 Pazar

anlam yok.

Nasılsın, merhaba, iyisin, tamam. Girişi uzun tutmak istemiyor ve derhal metnime atlamak istiyorum. Uzunca zamandır içten içe düşündüğüm bir olguyu yazıya dökmek ve paylaşmak istiyorum. Bunu bir yazıdan ziyade diyalog/monolog olarak gör. Fiil çekimlemekmiş, noktalama işaretleriymiş bunlarla çok uğraşmayacağım. Anlamak istediklerim var ve sen eğer dinlemek istiyorsan, hoş geldin.

Anlam yok. Hiçbir şeyin ve hiç kimsenin anlamı olmadığına dair konuşmak istiyorum. Çünkü en sık yapılan hatalardan biri anlam arayışı esnasında farklı olguları anlam zannedip peşinde koşmak. En eğitimlisinden en cahiline kadar hemen hemen her insanın tosladığı bir duvar, hayatın anlamı. Kendine dürüst olmayı beceren, ders çıkarmasını bilen, kıvrak zekaya sahip, Dünya'yı iyi gözlemleyebilen, romantik düşüncelere dalmayan, at gözlüğü takmayan, -tamam uzatma kes- bir diğer deyişle kendisini geliştirebilmiş her insan bilir ki, hayatın anlamı yoktur.

Hayatın anlamı olmadığı söylediğinde yapılan ilk hatalardan biri hiç şüphesiz ki diğerleri, "Ama iyi insan olmak? Ama zengin olmak? Ama vatana millete hayırlı bir insan olmak? Ama başarılı olmak..." diye söyler durur. Bunlar hayatı anlamlandıran elementlerden çok uzak olarak, hayatın amaçlarıdır. Hayat anlamdırması ile hayatı gaye ile doldurmak arasında aslında kalınca bir fark olsa da insan denen mahlukat, ilk olarak bunu sürmeye asla çekinmez. Çünkü "Hayatın anlamı yok." derken kesinlikle kendisine ters düşen bir eylem yapmaktadır. Bu her ne kadar insan canlısına ters olsa da gerçekler apaçık ortada olacaktır.

Hayatın herhangi bir anlamı olmaması, amaç ile doldurulamayacağı demek değildir. Örneğin bir hayat gayesi olarak zengin olmak; herhangi bir anlam teşkil etmese de, iyi-kötü-güzel-çirkin-rahat-gergin gibi süslü kelimelerle ifade edilemese de bunun hayat amacı edilmesinde herhangi bir teşkil etmez. "Neden zengin olmak istiyorsun?" diye bir soru saçma ama hadi diyelim ki sorulmuş olsun, verilebilecek kesin cevap, "Çünkü istiyorum."dan başkası değildir. Bu zengin olma eyleminin anlamsızlığına gölge düşürmediği gibi herhangi bir anlam da katmaz.

Hayatın anlamsız oluşunu kabul etmeden önce çarptığım duvarlardan biri, "Bir teist olarak hayatın anlamsız olduğunu söylemek rasyonel olur muydu?" sorusu oldu. Çünkü genellikle teistler, iyi-kötü tanımlarının Tanrı kelamı olmadığı sürece keyfi olması nedeniyle keyfiliğe kaçacağını ve bunun da hayat anlamını temellendirmedeki en rasyonel fikir olduğunu savunur. Aslında pek haksız sayılmazlardır. İtiraflarım ve Hayallerim yazısında bahsettiğim gibi teizm, aslında hayatımı kurtarmıştır. Fakat sonra aklıma, "Rasyonel olmayan her şey yanlış, rasyonel olan her şey doğru mudur?" sorusu takıldı.

Sonda söylenecek şeyi başta söylemek huyumdur. Son kararım bir fikrin rasyonel olması, onun doğru ya da yanlış olmadığı yönünde olacaktır. Tamam kabul, çoğu zaman bu metodoloji işe yarar. Görünmez pembe renkli unicorn gördüğümü iddia etsem ve sizde rasyonel bir metot izleyecek olursanız, "İyi de nasıl hem görünmez hem de pembe olsun, demek ki bu bilgi yanlış." diyerek hakiki cevaba ulaşmış olacaksınız. İyi de bu örnekte işe yarıyor olması, her örnekte işe yarıyor anlamına gelecek midir? Mesela insan ırkını daha donanımlı ve güçlü yapmak için genetik olarak zayıf insanların hepsini katledelim. Cahil tek bir insan kalmayana kadar hepsini öldürelim. Bunu 10-15 nesil boyunca da devam ettirelim. İşte muhteşeme yakın bir insan ırkı yeryüzünde. İşe yaradı, rasyonel. Peki bu doğru mu? Elbette bunun yapılması ve pratikte uygulanması pek yanlış. "Hop hop sen iyi-kötü kavramı ile doğru-yanlış kavramını birbirine karıştırıyorsun." diyebilirsiniz, haklı olarak.

Buyurun başka bir örnek, Leptospira interrogans isimli bakteri yataklarınızda yaşayan bir bakteri türü. Bu bakteri, sıcaklığı sevmesiyle meşhur. Eğer yatağınızda biraz Leptospira interrogans bakterisi istiyorsanız yapmanız gerekenler oldukça basit. Gece uyanıp tuvalete gittiğinizde yatağınızın üzerini hiç vakit geçmeden yani soğumasına müsaade etmeden her seferinde örtün. Bunu sabah uyandığınızda da yapabilirsiniz elbette. Bingo! Yatağınızda bol bol Leptospira interrogans oluştu bile! Artık onlarla birlikte mışıl mışıl bir uyku çekebilirsiniz.

Şimdiii, nasıl bilgi? Havalı değil mi? Her neyse konudan sapmazsak eğer, cidden nasıl bilgi? Herhangi bir tutarsızlık içermiyor, bakteriler hakkında az buçuk bilgi sahibi olan kişilerinde onaylayabileceği bir şekilde hazırlanmış. Aslında oldukça rasyonel görünüyor ama uydurdum. Uydurdum yani baya baya, büyük ihtimalle bu bilgi yanlış. Üstelik rasyonel olmasına rağmen. İçerinde doğrulanabilir ve yanlışlanabilir verilere sahip olması nedeniyle oldukça sorgulamaya açık fakat yine de rasyonel. Peki ya, "Hayatın anlamı nedir?" gibi bir soruya nasıl rasyonel bir cevap verilebilir ki sorgulamaya açık olsun? Verilemez.

Bir teist için, "Hayatın anlamı var." bir ateist için "Hayatın anlamı yok." demek rasyonel. Tam tersi olarak bir teist için, "Hayatın anlamı yok." bir ateist için "Hayatın anlamı var." demek rasyonel değil. Fakat rasyonel olması ya da olmaması o bilgilerin doğru olduğunun göstergesi değil. Tutarlı olan bilgi yanlış olabiliyorsa, tutarsız olan bir bilgi de doğru olabilir. Uzun lafın kısası, bir teist, "Hayatın anlamı yok." dediği zaman irrasyonel konuşur fakat bu onun yanlış söylediği anlamına gelmez.

Hayatın anlamı yok dedik ve bu konuda anlaşık. Peki ya neden hayatın anlamı yok ve hayatın anlamı için var ya da yok dememizin, bu tartışmayı yapmamızın sebebi nedir? Bunlara girişmeden önce, hayatın anlamı olmadığı söylendiğinde hemen kişiye üzgünmüş, melankolikmiş gibi davranılır. Aksine anlam yok diyen kişi eksi değildir fakat artı da değildir. Eksi ve artı olmanın herhangi bir anlam teşkil etmediğini söyleyerek asıl olanın nötr olması gerektiğini savunur. Direkt nihilist yakıştırması yapılır. Anlam yok diyen biri üst-insan mıdır? Bence evet çünkü göz boyamalardan tamamen kurtulmuştur ve kendine aykırı bir iş yapmaktadır. Bir şeyleri anlamlandırma üzerine insandan daha iyi (ve hatta tek!) bir canlı yoktur. Anlamlandırma çabası ise çok samimidir, hayatta kalmak! Hayatın anlamsız olduğunu iddia eden kişinin de çabası çok samimidir, hayatta kalmak!

Eğer anlam var derseniz o kavramın tam karşılığına da bir anlam yüklemek zorunda kalırsınız. Örneğin zafer ile mağlubiyet kavramlarını ele alalım. Zafer anlamlı ise, mağlubiyet de anlamlıdır. Hayat denen bu anlamsız yolculukta zıtlıkların genellikle kötü olarak anılanı her zaman diğerinden daha çok yaşanır. Hayatta yaşanan mağlubiyetlerin sayısı, zaferlerden çok daha fazladır. Hüzünlerin sayısı mutluluktan, kötülüklerin sayısı iyilikten, kalitesizliklerin sayısı kaliteliden her zaman daha fazla olmuştur ve öyle olacaktır. Mutluluğa bir anlam yüklenecekse hüzün de anlamlı olacaktır. Üstelik hayat üzerinde mutluluğa nazaran daha dominant bir şekilde. Bu yüzden hüzünlü olmaya muhabbetimizin öncesinde atıf yapacak olursam eksi olmaya ayrılan süre, mutlu olmaya yani artı olmaya ayrılan süreden fazladır. Sırf arada bir artı olmak için sürekli eksi olmak ve bununla yaşamak yerine kökten nötr olmak çare olacaktır. Yani, hayatta kalmanın bir numaralı anahtarı bir şeylere anlam yüklemek değil onların anlamsızlığını kabul etmektir.

Gününüz nasıl geçiyor:

"Otobüsünüzü koşarak son saniye yakaladınız. Aşırı konforlu bir yolculuk geçiriyorsunuz ve otobüs resmen bomboş. Yollar da aynı keza! Dersinize vaktinde yetiştiniz. Hocanız notları okumaya başladı. Sınıfın birincisi sizsiniz! Mutluluktan havalara uçuyorsunuz ve %100 samimi tebrikleri kabul ediyorsunuz. Ardından hoşlandığınız kişiyi herhangi bir zorluk olmadan etkilemeyi başardınız, birlikte yemek yiyorsunuz. Okuldan sonra eve döndüğünüzde sizi tamamen olduğunuz gibi kabul eden ailenizle birlikte vakit geçirmeye başladınız. Uykuya dalarken de yarının ne kadar harika geçeceğini düşündünüz. Uyudunuz."

"Otobüsünüzü kaçırdınız. Bir sonraki otobüs geldi gelmesine de içerisi tıklım tepiş. Daha yeni duş almıştınız ama terden ölüyorsunuz resmen. Amcalar, teyzeler üzerinize çıkıyor inanılmaz rezalet bir yolculuk. Üstelik trafik de cabası. Dersinize geç kaldınız. Hocanız notları okumaya başladı. Büyük ihtimalle dersten kaldınız. Ardından hoşlandığınız kişiyle yemek yemeği teklif ettiniz. O da sizi reddetti. Okuldan sonra eve döndüğünüzde sizi olduğunuz gibi kabul etmeyen fark kan bağı olduğu için birbirinize muhtaç olduğunuz ailenize selam verip odanızda bilgisayara, telefona gömüldünüz. Uykuya dalarken de yarının ne kadar berbat geçeceğini düşündünüz. Uyudunuz."

Aşağıdaki paragraf hayatımızın çok büyük bir bölümüdür, üstteki ise sadece bir kısmı. Eğer alttakine üzülmek istemiyorsak, üsttekine de sevinmemek gereklidir. Sırf artı olacağız diye eksi bir şekilde artı olmayı dilemek ve onun asla gelmeyecek olmasına rağmen ümit etmek çaresizlikten başka bir şey olmayacaktır. Uzun lafın kısası eğer hayatta kalmak istiyorsak, güçlü olmak istiyorsak, doğal seçilimle elenmek istemiyorsak anlamın olmadığı gerçeğine sıkı sıkı sarılmamız gereklidir. Aslında şimdi fark ediyorum ki, birazcık mütevazi olmak yeterlidir.

"Yahu hiç mi bir şeyin anlamı yok?" sorusuna geleceğim. Fakat şekerim evet, doğum günlerinin ve onların kutlanmasının da anlamı yok. Ona gelmeden önce şuna değinmek istiyorum. Beni tanıyan tanır, yazılarımda da görür. İnanılmaz sentezci biriyim ve bu özelliğimi çok seviyorum. Tez ile anti-tezi dansa kaldırtan sonra karar vermek, ot gibi bir yaşam sürmemek için yapılması gereken bir şeydir. Siyasi, felsefi, sosyolojik her kararımda bunu uygulamaya çalışırım. "Bütün Suriyelileri vatandaş yapalım." da demem "Bütün Suriyelileri def edelim." de demem. Sentezleyerek, "Kalifiye olabilecek, eğitimli, kaliteli Suriyelileri vatandaş edelim." derim. Schopenhauer'un aşk hakkındaki fikirlerini doğru bulmam fakat Descartes kadar da romantik düşünmem. Bu yüzden onları da sentezlerim ve mümkün oldukça doğru olanı temin ederim.

Peki ya konu anlam olunca? Hayır, sentezci olamıyorum. Çünkü, tek bir taviz verdiğiniz zaman yine eksinin içerisinde boğulmaya başlayacaksınızdır. Yine de kendimi tutamayarak, "Yahu hiç mi bir şeyin anlamı yok?" sorusuna cevap vereceğim. Sadece üç, ama sadece üç tane şeyin anlamı vardır evet, kabul. Anlam var ve anlam yok denmesinin sebebi neyse bu üç tanesinin anlamlı olmasının sebebi odur. Hayatta kalmak.

1. Fizik

"Fizik, bilimlerin şahı." der ve ekler sevgili hocam, "Eğer fizik bilmiyorsan mühendis, diplomanı alırsın fakat anca duvarına asarsın!" Fizik olmayan bir Dünya'yı düşünmeniz pek imkansız. Çünkü kuralları bir saat gibi işliyor. İstersen bu kuralları Tanrı yazdı de, istersen de Büyük Patlama oldu ondan ötürü de; umurumda değil. Fakat reddedilemez bir şekilde fizik, hayatımızın çok büyük bir şekilde içinde. Harmonik hareket yapan bir sarkacın periyodu, ip uzunluğunun karekökü ile doğru orantılı. Biz bu bilgi sayesinde viyadük ayaklarının kesinlikle aynı uzunlukta olması gerektiğini biliyoruz. Virajı yapmak için eğimli olacak olan yolda (merkez kaçtan ötürü yol, eğimli) eşit uzunluğa sahip olmayan ayaklarla viyadük yaparsan, periyotları eşit olmayacağı için o yol çöker. Çökmesi sonucu ne olur biliyor musun, ÖLÜRSÜN! İşte tam da bu yüzden fizik anlamlıdır. Nasıl ki eksiye kapılmamak için artıyı yok sayıyorsak ve ana gayemiz bunu hayatta kalmak için yapmaksa fizik de hayatta kalmamız için elinden gelen her şeyi yapar.

2. Matematik

Matematik, bir dildir. Bilim diyen kişiyle muhabbeti kesmeniz şiddetli tavsiye edilir. Büyük ihtimalle kendisi cahildir, zaman harcamaya bile değmez! Bu dil o kadar şahanedir ki, evrenseldir! Her yerde 2, 2 daha 4 eder. Fizik bilimini konuşmak için matematik dilini bilmek şarttır. Bu yüzden karekök ve doğru orantılı kelimelerini kalın yazdım. Matematik, fizik konuşmamıza yardımcı olduğu için bizi hayatta tutar.

3. Sevgi

Aslında ilk bakışta sevgi, birçok canı da almıştır. Fakat birçok canı da Dünya'da bırakmıştır. Sırf birinin uğruna bir şey yaptıran şey sevginin ta kendisidir. Sizi katil etmeyen şey de sevgidir. Sevmek ve sevilmek bir ihtiyaç, bunu biliyorsunuzdur. Fakat sevilecek birinin olmaması durumu sevilmenin üstüne geldiği zaman işler çok çirkinleşir. Bir diğer deyişle sevmek (büyüktür) sevilmek denebilir. Ben asla, "Birini sevmek zorunda değilsin ama saygı göstermek zorundasın." cümlesine inanmam. Sevgiyi, saygıdan üstün görürüm. Çünkü sevilen şeye saygı, ister istemez duyulur. Biri ya da bir şey sırf var diye saygıyı hak ettiğini düşünmüyorum. 

Hayata, insana, kuşa, çiçeğe, böceğe, Tanrı'ya, maddeye, paraya artık her ne olursa olsuna duyulan sevgi, insanı hayata bağlayacaktır. Sevgi öyledir ki; o kişinin fikri, zikrinin önemi olmaz. Önüne geçer. Sevgi, kimlik gözetmez ve kalpleri ısıtır. Sevgi, belki de insan olmanın en güzel şeylerinden biridir. Üstelik hayata bağlayıcılığı sebebiyle iyi-kötü-çirkin-güzel gibi kavramlardan sıyrılarak tek öznel anlam olarak haneye yazılır.

Ben eminim ki, annemin çocuğu olmasam fakat şu anki kişiliğimden, fikirlerimden ödün vermesem beni sevmeyecekti. Ona göre tipik bir "cahil genç" olacaktım. Aynı keza ben de taban tabana zıt fikirlerimizden ötürü sevgi besleyemeyecektim. Fakat ebeveyn-çocuk ilişkisinin getirdiği sevgi ile birlikte böyle şeylere odaklanmamıza gerek kalmıyor! Bizi, hayatta tutmakla kalmıyor birlik olarak yaşamamızı da sağlıyor. Sevginin anlamsız olduğunu söylemek çok yanlış bir düşünce olurdu.

Sevgi öylesinedir ki, her dönemde herkesin konusu olmuştur. Filozoflar bir kenara birçok dinde bile sevgiden bahsedilir ve tüm dinlerin ortak noktası belki de sevgiden bahsetmeleridir.

  • Taoizm'e göre sevgi; merhamet, affetme, sabır duygularıyla yönetilir ve onun gerekliliklerine göre hareket eder.
  • Konfüçyanizm'e göre sevgi, üçe ayrılır. Akraba sevgisi, iyi niyete bağlı sevgi, affetmeye ve merhamete dayalı sevgi.
  • Hinduzm'e göre sevgi, Krişna'ya ulaşmanın yollarından biridir. Sevdikten sonra tanımaya başlar, tanıdıkça tabiatına sahip olur ve bir olur.
  • Buizm'e göre sevgi, aydınlanmanın ve Nirvana'ya ulaşmanın yollarından biridir.
  • Hristiyanlığa göre sevgi, sabırlıdır. Sevgi şefkatlidir. Kıskanmaz, övünmez, böbürlenmez.
"İnsanların ve meleklerin diliyle konuşsam, ama sevgim olmasa, ses çıkaran bakırdan ya da çınlayan zilden farkım kalmaz. Peygamberlikte bulunabilsem, bütün sırları bilsem, her bilgiye sahip olsam, dağları yerinden oynatacak kadar büyük imanım olsa, ama sevgim olmasa, bir hiçim. Varımı yoğumu sadaka olarak dağıtsam, bedenimi yakılmak üzere teslim etsem, ama sevgim olmasa, bunun bana hiçbir yararı olmaz.

Sevgi sabırlıdır, sevgi şefkatlidir. Sevgi kıskanmaz, övünmez, böbürlenmez. Sevgi kaba davranmaz, kendi çıkarını aramaz, kolay kolay öfkelenmez, kötülüğün hesabını tutmaz. Sevgi haksızlığa sevinmez, gerçek olanla sevinir. Sevgi her şeye katlanır, her şeye inanır, her şeyi umut eder, her şeye dayanır. 

Sevgi asla son bulmaz. Ama peygamberlikler ortadan kalkacak, diller sona erecek, bilgi ortadan kalkacaktır. Çünkü bilgimiz de peygamberliğimiz de sınırlıdır. Ne var ki, yetkin olan geldiğinde sınırlı olan ortadan kalkacaktır. Çocukken çocuk gibi konuşur, çocuk gibi anlar, çocuk gibi düşünürdüm. Yetişkin biri olunca çocukça davranışları bıraktım. Şimdi her şeyi aynadaki silik görüntü gibi görüyoruz, ama o zaman yüz yüze görüşeceğiz. Şimdi bilgim sınırlıdır, ama o zaman bilindiğim gibi tam bileceğim. İşte kalıcı olan üç şey vardır: İman, umut, sevgi. Bunların en üstünü de sevgidir." (1. Korintliler:13)
  • İslam'a göre sevgi, iman etmek kadar güçlüdür.
"İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız." (Buhari-Müslim)

Sevmek, bir şeyleri çekilebilir kıldığından hayata bağlayıcıdır. Nitekim sevgi de, hayatta kalma potansiyelimizi çokça arttırdığından pek anlamlıdır.

Sonuç

Toparlamak gerekirse anlam yoktur. Bu apaçık bir gerçektir ve bununla barışmak hayat kalitesini çokça arttır. Anlam yüklendiği zaman belli başlı şeyler amaçlarından sapar ve kendini değerli sanar. Hayır, o körü körüne savunduğun ideolojinin ne bir anlamı var, ne de umrumuzda. Dünya'da fokur fokur kötülük kazanı kaynarken, iyinin anlamlı olduğunu ve üstelik ileri giderek iyinin anlamlı olması için kötülüğe ihtiyaç duyduğumuzu söylemek çok ağırdır. Birilerinin, başka birilerine şükür materyali olması trajedilerin en büyüğüdür.

En fazla 3-4 nesil sonra unutulacağımız şu Dünya'yı biraz fazla ciddiye alıyoruz. Eğer var olmak anlamlı ise yok olmak da anlamlı gelecektir ve bir insan için yok olmak ne muhteşem bir korkudur öyle! O zaman ne diyoruz hep beraber, "Takılın ağbi.". Bakın dalganıza, bir şeylere anlam yüklemek ve onun çevresinde gitmek için vakit kaybetmeyin. Hayat bunun için fazla kısa. Fiziğe güvenin, matematik öğrenin ve sevin. Çok samimi bir şekilde yalvarıyorum size, sevmekten asla vazgeçmeyin.

Aslında bunları okuduktan sonra belki de bana vicdansız diyebilirsiniz, hayır. Toplumsal katliamlar, ölümler, olaylar ve hatta belki kalkınmalar beni tahmin ettiğinizden de çok üzüyor. Gezi Parkı olaylarını, Sultanahmet saldırılarını, Reina katliamını, Beleştepe patlamasını, Ankara Garı'nı ve 15 Temmuz'u nasıl unutabilirim ki? Bahsi geçtiğinde bile boğazım düğümlenirken şimdi bir de Yeni Zelanda vakasıyla hüznüme hüzün katıyorum. Ciğeri beş para etmeyen insanların, dile dahi almaya değmeyecek ahmakça fikirleri yüzünden insanların ölmesine dayanamıyorum. İşte bu yüzden anlam yok. Onu anlamsız kılmak adına, kendi fikrimin anlamının yitirilmesi gerekiyorsa ben bunu yapmaya hazırım. Yeter ki insanlar artık ölmesin.

Yazı bitti, şimdi birkaç şey açıklamam lazım.

Blog yazmayı aslında çok seviyorum. Teknik olarak yazmayı çok seviyorum. Her yolculuğumda burayı düşünmeden edemiyorum. Mesela, "İcraat Avcısı" diye bir yazısı dizisi hazırlamayı çok istedim. Yazılarımda İstanbul'daki ilçelerin seçimlerden önce ne vadettiğini, bunların ne kadarı verdiğini göstermek ve bunu bir dosya misali incelemek kulağa çok keyifli geliyordu. İyi de neden yapayım ki?

Buraya kadar okuyup beni mutlu eden insanlar bakın, yaptığınız bir şeyden para almıyorsanız yani daha süslü bir söylemden uzak bir şekilde gönüllü yapıyorsanız dikkat ettiğiniz tek şey yaptığınız şeyin talep edilip edilmemesi olur. Elbette biraz da benim suçum fakat okunma sayılarım inanılmaz derecede düştü. Hal böyle olunca içinizde "İyi de neden yapayım ki?" sorusu her zaman dönüp duruyor. Profesyonel bir yazar olsam, patronuma belli bir maaş karşılığı yazımı versem 2 mi okunmuş, 20 mi, 200 mü hiç umurumda olmaz. Ben paramı almışımdır, o yazısını almıştır; herkes memnundur. Peki ya işin ucunda para yoksa?

Okunma sayılarının feci düşünden ötürü eskisi kadar mesut değilim. Bu yüzden blogu bırakmak istediğime karar verdim. Üç adet yazı yayına soktuktan sonra bu blog, ciddi ciddi araştırmalı, belli metodolojisi olan, estetik kaygısı oldukça yüksek yazıların olduğu bir mecra yerine günlük gibi olacak. Bir diğer deyişle ben içimi dökeceğim, siz okur musunuz, orası Allah kerim.

Bundan sonraki yayın akışı:
  • Eyvah, Akbilimi Evde Unuttum! (Toplu taşıma yazısı)
  • İstanbul ve Trafik Hakkında Ufak Bir Yazı
  • İgnis Hortus'a (Bana) Göre Aşk (Büyük ihtimalle 14 Şubat'a özel yazı olur. Sırf bu yazıyı hazırlayabilmek için Platon, Descartes, Schopenhauer yazılarını hazırladım; Marvel Cinematic Universe gibi. Çaktın köfteyi?)
Umarım bu yeni günlük türüne ısınırsınız ve hoşunuza gider Ayrıca umarım bu kararıma saygı da duyarsınız. Çünkü hiçbir araştırma gerektirmeyen bu yazının yazılması bile 3 saat sürdü. Araştırma ve dosya konularının ne kadar sürdüğünü siz düşünün.

Daha önce söylemiştim yine söylüyorum, bipolar kişiliğime güvenmiyorum. Bugün anlam yok derim, yarın var derim. Daha önce yapmadığım şey değil ne de olsa. Bugün daha fazla dosya konusu misali araştırmalı uzun soluklu yazılar hazırlamam derim, yarın yaparım. Biliyorum kendimi. Canım ne zaman, neyi isterse. Hadi bakalım!

Öpüyorum sizi. Günlük misali yazı türünün sonuna geldik bile. Hoşça kal. İşte karşınızda İgnis Hortus'tan, "anlam yok." yazısının sonu! BOOM!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder