7 Eylül 2021 Salı

Benim Schopenhauer ile Alıp Veremediğim Nedir?

 Arkadaşlar... Hoş geldiniz... Nasılsınız, keyifler nasıl? Keyifler gıcırsa girişiyorum konuya. Eğer ki bu blog adresinin taslak kısmına bakarsanız 3-4 tane yazılmaya başlanmış yazı olduğunu lâkin hiçbirinin bitmediğini görebilirdiniz. Neyse ki göremiyorsunuz :D. Demeye çalıştığım şey şu, bir şeyler yazmak için ekranın karşısına geçtiğimde birden bire dikkatim dağılıyor, dolayısıyla yazı da dağılıyor. Eh bunu okuduğunuza göre artık birtakım dikkat toplama işlemleri gerçekleştirilmiş olacaktır.

Bunun bir diğer sebebi de diğer yazıların ciddi anlamda araştırma süreçlerinin olmasıyken burada okuyacağınız her şeyin tamamen ÖZNEL olmasıdır. 5 kişi okuyacak olsa da çok mühim değil. Canım istedi ve yazdım işte AAAAAAA!

Konuya girişelim yavaştan: Arthur Schopenhauer! YouTube'da Schopenhauer'un kaleme aldığı "Hayatın Anlamı" isimli eserini eleştirdiğim bir video paylaştım. Bu videoda kendisine yaş bunak, geri zekâlı, man kafa, salak gibi ithamlarda bulunsam da kitabı çok beğendiğimi söylemiştim. Like/dislike oranının %33 olması ile kanalımın en beğenmeyen videosu olma özelliğini taşımakta aynı zamanda bu video. Hele ki yorumlar... Incel olduğumu iddia edenlerden tutun da çok değerli bir filozofa laf etme haddine sahip olmadığıma kadar geniş skalada bir nefret ile karşılaşmıştım.

Şimdi bu durumu daha öncesinde anlattığım arkadaşlarım "Eh sen de iyi ki bi' kere linç edilmişsin he paso anlatıyorsun asdf." diyebilir haklı olarak. Aslında kendimi açıklama ihtiyacı da hissetmiyorum. Geçenlerde yolculuk ederken yaptığım bir beyin fırtınasını metne dökmek istedim sadece. O zaman en amiyane tabirle LESGOOOO diyelim mi efendim? Diyelim: LESGOOOOOOOOOOO!!!!

Bölüm 1: "Rasyonel Sevmemek" Mümkün

Beni tanıyor, en kötü ihtimalle birkaç yazımı (özellikle İgnis Hortus'a Göre Sevgi'yi) okuduysanız sevmek/sevilmek üzerine az buçuk ne düşündüğümü biliyorsunuzdur. Lâkin yeri gelmişken bir kere daha belirtmekte fayda var. "Sevgi" bir duygu olduğundan rasyonel bir çerçeveye sığdırmak oldukça zor. Aynı durum "sevmemek" için de geçerli pek tabii. Yani bir diğer deyişle birini sevmek ya da sevmemek için akıllıca nedenlerimiz olması gerekmez. Fakat bu dediğim yanlış anlaşılmasın. "Akıllıca nedenlerimiz olması gerekmez" demek "akıllıca nedenlerin olmaması elzemdir"den ziyade "akıllıca nedenlerin olması kadar olmaması da oldukça kabul edilebilir" demek.

Ya bunu neden bu kadar anlattım biliyor musunuz? Çünkü Schopenhauer'a duyduğum sevgisizliğin rasyonel temellere dayandığını düşünüyorum. Celal Şengör'ün ikonikleşmiş "Abi bana Hegel deme çünkü o salak!" sözü gibi değil yani anlayacağınız asdf. (Sonrasında Hegel nefretini temellendirdiğini biliyorum ama bu konu için verilebilecek en iyi örneğin bu olduğunu düşündüm asdf.)

Felsefe konuşmayı bir kenara bırakıp az buçuk sosyolojiden dem vuralım istiyorum. Hayat görüşünüz hiçbir şekilde aynı olmayan biri hakkında ne düşünürsünüz? Aslında Schopenhauer hakkında uzun uzun bir yazı yazmak yerine sadece bunun cevabını vermek benim için yeterlidir. Sizi bilmem ama ben pek sevip onu bağrıma basamam arkadaşlar. Bu, benim dünya üzerindeki her şeyi bildiğimi ve sadece benim dediklerimin doğru olduğunu anlamına mı gelir? Yoo... Ama hepimiz biliriz ki mutlak olan kaderde mutlak olmayan bazı şeyler vardır, içinize dehşet saçasdf.

İki kuruş felsefe kitabı okuyan ve kendini aydın sanan tipler "Abi mutlak bir şey yok abi, ya hislerimiz yanlışsa, ya öyle, ya böyle..." diyerek kafa "açar" (burada s ile başlayan o kelimeyi kullanmak çok isterdim). Ama buz gibi de "mutlak" şeyler vardır işte. Mesela insanların cinsiyet, ırk gözetmeksizin aynı haklara sahip olması gerektiği gibi. Selamın aleyküm arkadaşlar, işte şimdi başlıyoruz.

Schopenahuer'un bir kadın düşmanı olduğu bir sır değil. Bakın Schopenahuer'un bunu temellendiriş şekli umrumda değil. İsterse yaşadığı tecrübelerce olsun, isterse tramvalarından olsun, umrumda değil. Başlı başına bu bile bir filozofu sevmemek için bir neden olabilir. Şu olayı şimdi bi' arada çıkaralım da, daha sonra on kere daha bundan bahsedeceğim çünkü: Bu bir "Neden Schopenahuer sevmiyorum" yazısı arkadaşlar, "Schopenahuer'un fikirlerine neden katılmıyorum" ya da "Schopenahuer'a reddiye" yazısı değil. Schopenahuer'u sevmiyor olmam hiçbir fikrine katılmadığım anlamına gelmiyor. Fakat bu tutumu, en karşı olduğum tutumlarından biri.

Bir örnek üzerinden gitmek gerekli diye düşünüyorum. Mesela Descartes. Kendisi dindar birisi. Ve diyelim ki siz, herhangi bir inanca mesup değilsiniz. Bu sebepten ötürü Descartes'ı sevmeyebilir, yobaz bulabilirsiniz. Fakat buna rağmen varlık felsefesine getirdiği şüpheci ve düel çözüme hayran da olabilirsiniz. Bu, tahmin ettiğinizden de normal bir durumdur.

İşin esası bu örnek bile benim Schopenhauer ile aramdaki ilişki konusunda %100 benzerlik göstermemektir. Çünkü din bile, insan haklarından daha tartışmaya açık bir konudur. Bu yazıyı yazarken örnekleme için ilk başka homoseksüellik için hastalık tabirini kullanan Freud gelse de yine tam bir karşılık olmayacaktı, zira Freud felsefe değil bilim yapıyordu ve insanlık olarak o zamanlarki bilgi birikimimiz bunu bir hastalık olarak tanımlıyordu. Bir diğer deyişle Freud homofobizm yapma niyetiyle değil gerçekten psikolojik bir hastalık olduğunu zannettiği için hastalık diyordu.

Neyse ki şu an 2021'deyiz... Değil mi?! Eskisine nazaran çok daha fazla şey bilmenin yanı sıra daha da kolay öğrenebiliyoruz. 1818'lerde (ki bu Schopenhauer'un Aşkın Metafiziği isimli eserini yayımladığı yıla denk gelir) ya da 1905'li yıllarda (ki bu Freud'un Cinsellik Üzerine isimli eserini yayımladığı yıla denk gelir) Google diye bir şey olduğunu zannetmiyorum?! Bu durum da esasında bizi yazının ikinci bölümüne getiriyor.

Bölüm 2: Filozoflar Dahi Olabilir, Fakat "Biz" Daha Dahiyiz

Schopenhauer, Kant'tan övgüyle bahseder. Nietzsche de aynı keza Schopenhauer'dan fazlasıyla etkilenmiştir. Peki ya Sartre? Evet doğru, Nietzsche'den... Her bir filozof, doğal olarak, bir önceki filozoftan bolca etkilenmiş, kimi zaman fikirlerini güçlendirmiş, kimi zaman ise bu fikirlere bir anti-tez yaratmıştır. Felsefe üreten insanlara (also known as filozof) hayranlık duymamız da pek tabii doğal bir şeydir. Çünkü söyledikleri kelamlar bizi etkiler ve hatta kimi zaman sadece zihnimizi değil ruhumuza dokunur. Fakat atladığımız bir nokta vardır ki o da bu hayranlık duyduğumuz filozofların bizden geçmişte yaşadığıdır.

Söylediğim şeyler hipster birinin "felsefe boş iş" beyanından daha çok hayatın, daha doğru tabir etmek gerekirse insanlığın, kanunudur. Nasıl ki 1900'lerde yaşayan biri 1800'lerde yaşan birinden daha donanımlıysa aynı durum 2000'lerde ve 1900'lerde yaşan iki kişi için de geçerlidir. Bilim, felsefe, insanlık üzerine bir şey katarak (ki bu katış doğrusal değil parabolik olarak seyreder) ilerlediğinden her zaman geçmişten bir adım önde, gelecekten 5 adım geride olacağızdır.

Felsefenin yaratıcısı olarak Antik Yunan'ı daha spesifik olmak gerekirse Sokrates'i görebiliriz. Polis şehirlerini, bir köleyle konuşarak matematik sorusu çözdürmesini ve dinlere getirilen belki de ilk eleştirilerin buradan çıkmasından ötürü oldukça övgüyle bahsederiz Antik Yunan'dan. Lâkin Antik Yunan'dakiler de oğlancılığın "etik" olup olmadını tartışmıştır farz-ı misal. Bazıları bunu hâlâ daha tartışıyor olsa da artık 2021'in insanlığında bu konuyu tartışmak pek gereksizdir takdir edersiniz ki (bkz: İgnis Hortus'un Felsefe Fikirleri ve Argümanları "e göre bilgi").

Bu durum Schopenhauer özelinde şöyle işliyor: Şimdi ilk bölümden bu adamın literal anlamda bir kadın düşmanı olduğunu öğrendik. İşbu durum, Sokrates'in oğlancılığı sorgulamasına rağmen bağrıma basıp Schopenhauer'la da arama mesafe koymam, üstelik de bunları eskiden yaşamış olmalarına temellendirmem ilk bakışta tutarsız gibi görünebilir. Ki hiç de öyle değildir. Çünkü Sokrates bunu sorgulayıp bir cevap arayışına girmiş milattan önce bir figürken, Schopenhauer bunu sorgulamak yerine cevabı bulduğunu iddia etmiştir.

İkinci hadise ise Schopenhauer'un felsefesinin bende hayran duyulası hiçbir iz bırakmamış olmasıdır. Bence Schopenhauer baya bildiğiniz giriş seviyesi bir felsefe yapar, bu eleştirdiğim bir nokta değildir esasında. Sadece benim hoşuma gitmiyor, öznel bir fikir anlayacağınız. Spinoza'nın tözlerini, özlerini; Kant'ın a priori'lerini okuduktan sonra Schopenhauer'ın basit bir "life is sucks" felsefesini okumak zihnimi çalıştırması bir kenara, dinlendiriyormuş gibi geliyor. Üstelik hemen ardından Nietzsche'nin Böyle Buyurdu Zerdüşt'leri, Sartre'ın Varlık ve Hiçlik'leri varken...

Felsefe tarihi açısından Schopenhauer, İ NA NILMAZ mühim bir figür, bunun farkındayım. Buna laf edenin sizden önce anlanı ben karışlarım. Schopenhauer felsefe tarihi açısından inanılmaz mühim çünkü belki de "ilk nihilist" Schopenhauer olabilir. İşte aslında tam da sorun bu. İlk olduğu için oldukça ilkel ve bebek adımlarıyla ilerleyen bir felsefesi var Schopenhauer'un. Ben profesyonel olarak felsefeyle ilgilenmiyorum, benim için bir hobi. Binaenaleyh felsefe tarihine olan katkılarını çok umursamıyorum. Ayrıca yani birbirimize karşı dürüst olalım, yaşamanın kötü bir şey olduğunu söylemek için bir filozof olmaya gerek yok. Yaşamak sadece Athena şarkılarında güzel. 13-15 yaşlarındaki çocuklar bile artık "Nasılsın?" sorusuna formaliteden cevap veriyor.

"Schopenhauer sewmiorm" dediğimde insanların ilk tepkisi buna haddim olmadığı yönünde. Vallahi de var. Anlattığım gibi, filozoflar dâhiyane fikirlerle çıka gelmiş, bunları harika bir şekilde örneklendirmiş olabilir. Fakat onlar demode olanlar. Biz, yani şu anı yaşayan insanlar, güncel olanlarız. Üstelik bizden sonra gelecek olanlar da bizi tokatlayıp "Ya bu mallar gerçekten bunu mu tartışmış?" diyecekler. "Schopenhauer sewmiorm" demek "Schopenhauer okumaktan keyif almıyorum" demek esasında. Gerçi belki de en çok okuduğum filozof Schopenhauer ama... Olsundu...

Bölüm 3: İgnis Hortus 🤝 Schopenhauer

Ya bu adamı sevmiyorum etmiyorum özellikle de kadın düşmanı olmasına feci kuruluyorum ama bazı yerlerde de katılmadan edemiyorum. Zaten bırakın felsefeyi, bence sosyal ilişkilerimizde de bu durum bir normal olmalı. "Öyleyse Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını Tanrı'ya..." Zaten Hayatın Anlamı isimli eseri sevdiğimi söylemiştim. İnsan Doğası Üzerine'den nefret ederim. Kendi malca fikirlerini evrimin arkasına alarak "Benim dediğimi reddetmek bilimi reddetmek gibidir." kafasında bir tribe giriyor o kitapta.

Dünyanın Istırabı Üzerine, Din Üzerine, Üniversiteler ve Felsefe... İçlerinde gerçekten not edilmesi gereken, en kötü ihtimalle kulağa küpe edilmesi gereken sekanslar var. Örneğin Din Üzerine'de misyonerlik çalışmalarının hiçbir halta yaramadığını anlatır. Kiliseden korkup felsefesini eğip bükenleri "Ya inan, ya felsefe yap!" diyerek eleştirir. Üniversiteler ve Felsefe'de şaşkınlığımızı gizleyemediğimiz için felsefe yaptığımızı söyler. Dünyanın Istırabı Üzerine'de... Neyse boş verin onu...

Sanıyorum ki bir tek Ölümün Anlamı'nı okumadım. Lâkin "Ölümden sonra doğduğundan önce neysen o olacaksın." (bu kitapta geçip geçmediğini bilmesem de) diye bir sözü olduğunu biliyorum. O nedenle az buçuk tonunu tahmin edebiliyorum, onu demek istiyorum esasında. Yani bu kadar Schopenhauer'a yüklendikten sonra, sevmediğim kısımlarını söyledikten sonra katıldığım yerleri belirtmem kafanızı karıştırmış olabilir haklı olarak. Söylediği şeylerin basit olması doğru olmayacağı anlamına gelmez ki. Ben burada "İnsan, mal bir canlıdır." desem bana katılırsınız, değil mi?!

Sadece Schopenhauer değil, sevmediğim birçok filozof var. Camus, Sartre, Nietzsche... Bunların favori filozoflarım olmadığı kesin. Bütün bu koca yazı boyunca söylemeye çalıştığım şey bu aslında, onları sevmiyor oluşum bütün görüşlerine katılmadığım anlamına gelmiyor ki. "Var oluş özden önce gelir." kadar güzel bir söz okuduğumu hatırlamam. Veya "Canavarlarla savaşan kişi dikkat etmelidir ki, kendisi de bir canavara dönüşmesin." gibi.

Neyse a dostlar, felsefeyi bile tadında okumak lazım. Okumaktan, düşünmekten ve yazmak eğleniyorum esasında fakat o felsefe okumadığım zamanlara dönmeyi çok isterdim. İlk baştaki o "Oley be bilgileniyorum!" hissinden sonra tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki ıstırap ve acıdan başka hiçbir şey yok. İlk mısrası Shakespeare, ikinci mısrası Edgar Allan Poe şiiri okumak gibi...

Schopenhauer'un en sevdiğim sözüyle bitirmek istiyorum yazımı. Hem belki biraz daha ne demek istediğimi anlatabilirim "Felsefe okumayın a dostlar!" derken neyi kast ettiğimi: 

"Dünyanın özü kötüdür. Yapılması gereken en iyi şey yaşam istencini reddetmektir."

PEACE!!

*ninja smoke bomb*