9 Mayıs 2020 Cumartesi

Oruç Üzerine Bir Diyalog #2 - Ramazan TV Programları

Mehmet: Elhamdülilah! Sofranı bana açtığın için çok teşekkür ederim eski dostum İshak. Ellerine sağlık, sofran her daim dolu olsun. Hayır bu sefer senin söylediğin gibi söylemek istiyorum: Hallelujah!

İshak: Afiyet olsun. Soframız gerçekten çok güzeldi, seninle birlikte paylaşmak lezzete lezzet kattı. Tanrı tuttuğun orucu kabul etsin sevgili dostum. Çünkü bundan çok muzdarip biri olarak çok iyi biliyorum ki bir insanın en kötü düşmanı ne yazık ki kendisi. Yani daha doğrusu içerisindeki nefs. Eve varmadan önceki sohbetimizde orucun basit bir yeme içme eyleminden çok daha fazlasını düşündüğümü söylemiştim zaten. O yüzden bu yaptığını çok değerli buluyorum, kabul olsun.

Mehmet: İyi dileklerin için teşekkürler.

İshak: Hadi buyur evimde biraz daha kal. Hem biraz daha laflarız, hem etraf biraz durulmuş olur. Ya da hepten iyisi mi sen bugün bende kal, kal ki beraber sahur yapalım.

Mehmet: Bu ne kadar güzel bir fikir böyle?! Tabii ki kalmayı, seninle sahur yapmayı çok isterim. Ah eski dostum, belki de çok sık dile getirdiğim için artık değersiz geliyor olabilir fakat seni de keyifli muhabbetini de çok seviyorum. Hayatım çok macera dolu değil, sıradan işte yani. Para kazanmak için evden çıkar, akşam olduğunda yuvama geri dönerim. Kimi zaman Antik Yunan kitapları okurum da insanların gündüz vakti dışarıda olmalarını pek kıskanırım. Seninle sohbetlerim bana hep bunları andırır. O yüzden eğlenmenin yanı sıra öğrenirim de. Her kim ki oruç tutmadığında pek sinirlenirdim fakat sayende gördüm ki bu o kadar da büyük bir problem değil.

İshak: Ya RAB, bu duyduklarım çok güzel şeyler! Sakın, sakın ha böyle düşünme! İstersen bir kere, istersen milyon kere söyle "sevmek" asla değersizleşmez. İmanım da, ahlakım da gücünü sevgiden alır. Çünkü Rab bilir ya; O beni sever; ben O'nu sevmesem bile. Ne mutludur ki varlıkla ödüllendirilmiş bir kulumdur, kimi zaman Tanrı'mla arama bir soğukluk girse de kuralları her zaman benim için geçerli olacaktır. İnsanlar hep şükranlarını sunarken "Bize vermiş olduğun nimetler için şükürler olsun Allah'ım" der. Bu ne iki yüzlü bir şükrandır böyle! Ne yazık ki hiç "Beni var ettiğin için" diye şükür ettiğini duymadım. E o zaman bu şükranı ben sunayım: "Senin tarafından sevilmek için gerek tek vasfı, var olmayı, bana yüklediğin binlerce kez sana şükürler olsun!"

Mehmet: Belki de bu yüzden çok iyi dostuzdur? Sonuçta fikirlerimiz pek bir farklı. Sadece fikirlerimiz değil, düşüncelerimiz, hayat tarzımız ve belki de inandığımız değerler. Bunların pek bir önemi var mı, sanmam. Bizim gibi var olduğunu dibine kadar hissedenler bunun gibi etiketleri görmezden gelirler. Sufiler, Tanrı evrendirciler gibi varlığına gölge düşürenlerin bu çerçevede düşüneceklerine pek inanmıyorum.

İshak: Çok güzel bir noktaya parmak bastın! Pek ben sevmem ama senin için bir çay koyayım, sen de o sırada bir televizyonu aç. Ne de olsa Ramazan'dayız artık, Ramazan'ın gelmesiyle birlikte TV programları da peydah olmuştur herhalde. İki yüzlü soytarılar! Yusuf'un çektiği çileyi, Eyüp'ün her ne durumda olursa olsun şükür ettiğini söyler de milyonlarca liraları ceplerine indirirler! Bir nabzını tutalım bakalım, ne derler? Hmm biraz genç biri gibi konuşayım mı: Boş yapıyorlar mı?

Mehmet: Açayım açmasına da para kazanmalarına neden bu kadar sinirlendin anlamış değilim. Sonuçta bilgi birikimlerini paylaşmalarının haricinde kameralar karşısına geçip bir mesai harcıyorlar, havadan kazanmıyorlar ki. En kötü ihtimalle ortaya koydukları bir emek, bir çaba var. Yani daha teolojik söylemem gerekirse kazandıkları para helal. İnsanlar onlara "hocam" demekten çekinmiyor.

İshak: Evet, isimlerinin önündeki doktor unvanını, tıp cerrahisinde hekim olan bir doktorla karıştıran cahillerden bahsediyorsun herhalde. Onlara istediği söyleyen hoca, doğru olsa bile istemediğini söyleyen kafir olur. İş yerinde bir çalışma arkadaşım var, senden iyi olmasın, ailesiyle birlikte otururken laf lafı açmış ve konu buralara gelmiş. Sadece ve sadece söylediği şey hadislere inanmadığı fakat kitabının kutsal, peygamberinin elçi olduğuna yürekten inanması iken oldukça hor görülmüş. Sen bu zihniyetteki birine nasıl olur da "özgürlükten" bahsedebilirsin? Bak yine bir genç gibi konuşacağım: Kafanı kesersem, şüphe falan kalmaz.

Ayrıca bence çok kritik bir hata yaptın dostum sana hiç yakıştıramadım. Ben para kazanmalarına kızmadım, tabii ki de haklısın, bilgi birikimi meselesi dışında. Yani teknik olarak üniversiteler okumuş, doktora yapmış profesörler fakat ikimiz de çok iyi biliyor ki bu tip programların editörleri bambaşka insanlar. Ayrıca orada bulunan küçük bir monitör her şeyi çözüyor. Seni, beni koy çok da sırıtmayız ne dersin? Onun haricinde benim dikkat çekmek istediğim nokta şükürcü değil çilekeş olmaları. Eğer her şey sahte, Dünya malı Dünya'da kalırsa birazcık samimiyet istiyorum.

Mehmet: Bu konuda ayrı bir sinirli olduğunu görüyorum, neden?

İshak: Çok basit çünkü insanlar salak. Asla ama kat'i suretle yaratıcı ya da zor bir soru sormuyorlar. Genelde bu tip insanlara "Birazcık araştırsa, açsa baksa kolaylıkla bulabilir." diye kızarız ya. Artık soruları o kadar kalitesiz ve kötü ki araştırma yapma gerek yok, akıl yürütmek yeterli! Mesela şu zekat-fitre-fidye meselesini ele alalım. Her sene sorulur, istisnasız. Adamın sorduğu soru "Anneme ve kaynanama verebilir miyim?" oluyor. Çok değil 2 dakika akıl yürütüyorum sadece. Annen zaten halihazırda sorumluluk kapsamına girebilecek kan ile bağlı bir bireyken kayınvalide yabancı, yani daha doğrusu kan bağı olmayan biri. Cevap kendini ele verdi bile. Annene veremiyorken kayınvalidene vermekte bir sorun yok.

"Hocamğn, ğiyi ğaşkamğlar ğçorum'ğadn selağm ğetirdğink. Orğuçlykene leblebğiy yemenğ oruç bozarğı?" ya da şu favorim. "Hocam ben işsizim, fakirim, fitre vermem gerekir mi?" Evet gerekir evladım, kredi çek ver. Te Allah'ım ya...

Mehmet: İshak? Hiç böyle konuştuğunu görmemiştim "Te Allah'ım" demek? Sen gerçekten bu konu hakkında pek dolusun görüyorum ki. Aslında hak vermemek elde değil fakat insanların doğru bilgiyi elde etmelerindeki çabayı küçümsemeli miyiz? Sen bana anlattın bir başkası değil. Hatırlar mısın bir dersinde öğrencinin teki çok ahmakça bir soru sorduktan sonra hocan: "Soru sormanın verdiği kutsaliyete dayanarak bir şey demiyorum fakat bu çok amatörce ve kötü bir soru." dememiş miydi?

İshak: Ama bak hocam buna rağmen o sorunun kötü olduğunu düşüyor, sadece saygısızlık edip sorusuna cevap vermemezlik etmiyor. Yani dolu olduğum fikri doğru olabilir de benimki daha çok her şeyden etkilenmenin verdiği bir dışa vurum diyelim. Çünkü salak insanlar artık hayatımızın her yerinde varlar ve artık burnumuzun dibinde olduğunda pek can sıkar oldular.

İsmini Vermek İstemeyen İzleyici: Hocam iyi akşamlar öncelikle Ramazan'ınız hayırlı olsun. Hocam. Ramazan'da dualar daha çok kabul olur derler, olur değil mi?

İsmini Vermek İsteyen İzleyici: Hocam, benim oğlum evlendi. Ama evlendiği kız 3 ay içinde altınları alıp gitti. Ben de ona beddua okuyorum, günah mıdır?

İshak: Vah vaaah, görmez misin Mehmet? Durum daha da vahim.

Mehmet: Ne oldu İshak?

İshak: Artık durum bilgi edinmenin de ötesinde. Bakar mısın, yaşadığımız topraklar tam bir trajedi cümbüşü! Şu ismini vermek istemeyen kadının dediklerine ve bir de söylerken ki ses tonuna de bir bak. "Ramazan'da dualar daha çok kabul olurmuş, doğru mu?" sorusunu gerçekten teyit etmek için sormuş olamaz herhalde. Bu soruda ne yaşanmışlıklar, ne kötü olaylar var... Kim bilir belki de kocası, ona şiddet uygulayan biridir. Boşanmak istiyordur fakat ailesi ona destek olmuyor ya da kocası bizzat tehdit ediyordur. Ah ben bile şu an kendimi kapana kısılmış hissediyorum. Her gece haykıra haykıra, ağlaya ağlaya yalvarıyor da kocası bir türlü uslanmıyor. Olabilir, yaşanmışlığı var.

Ya da çocuğu uyuşturucu bağımlısı. Onun krizlerine şahit oldukça bir anne olarak o da çok üzülüyor. Kahroluyor. Dua etmekten başka elinden başka bir şey gelmeyen bu kadın, belki Ramazan olmasının yüzü suyu hürmetine duasının kabul olacağına inanmak istiyor. Bu soruyu teyit etmek için değil, kendini rahatlamak için, bir terapi olarak kullanıyor.

Peki ya altınları alıp giden geline beddua okuyan kadına ne demeli? Senaryo ne kadar umurumuzda, beddua etmek günah. Bitti, bu kadar. Ben sana şunu söyleyeyim: Alkol oranı %8 değil de %6 olan bir içki içtim, günah mıdır? Bu kadın baya net şekilde, açık açık günah çıkartmaya çalışıyor. Bunları görmüyorum deme bana, kabak çiçeği gibi ortadalar çünkü!

Mehmet: Öyle kullansınlar, ne var ki? Eğer işe yarıyorsa ve kendilerini daha rahat/güvenli hissediyorlarsa bırak yapsınlar. Eğer dediğin gibiyse bu insanlar gariban, bu tip şeyleri paylaşacak kimseleri yok ve insanlık hali tabii ki de dertlerini hafifletmek için anlatacaklar.

İshak: İşe yararlılık konusunda diyebilecek bir şeyim yok. İnsanların ikiyüzlülüğü burada asıl sorun. "Günah çıkarma" ayinini yapan pis kafirler, cehennem yakıtları, teröristler ve dış mihraklar. Kendileri yapınca soru sormak? Bu adil değil. Ben sevelim, sevilelim diyorum. Bu insanlar hâlâ daha aramıza duvarlar örme konusunda, "kızgın demiri soğutmama" fikrinde oldukça sabitler.

Mehmet: İşte şimdi senin asıl üzüldüğün noktayı anladım. Ramazan da TV programları da bahane. Sen, insanların senin gibi düşünenlere karşı takındığı tutumla direkt karşı karşıya kalmaktan rahatsız oluyorsun. Fakat sen demez miydin Tanrı kendisini sevmeyen birini bile sevebilecek kadar erdemlidir diye.

İshak: Ben Tanrı değilim.

...

...

Kitap Hatimoğlu: Gel artık, diyordu! Dayanamıyorum lütfen diye haykırıyordu! Arından ellerini göğe açtı ve başladı... Allah'ım eyzü bil dunillaü ekberi ci...

İshak: Benim anlamadığım bir nokta var. Sonuçta dinlerin enva-i çeşit mezhepleri var. Bu programdaki hocalar neden sadece çoğunluk mezheplerin anlayışına göre cevap veriyor? Tamam kimi zaman farklı mezhep isimlerini de andığını duyuyoruz fakat bu mezhepler de temelde Sünni anlayışının çevresine dolanan "kardeş mezhepler" olduğundan pek değerli gelmiyor. Mesela bir soruya cevaben hadis okuduklarında hadislere inanmayan fakat kitabın kutsaliyetine dair içinde hiçbir şüphe barındırmayan insanlar için nasıl bir cevap vermiş olabilirler?

Mehmet: Ya aslında bunun cevabını biliyorsun da bilmemezlikten geliyorsun. Onlara göre senin söylediğin kişiler sapkındır. Sorularının cevaplandırılması gerekmez. Sünni-Şii kavgası hâlâ daha günümüzde görülmez mi? Ehl-i sünnetin hocaları Şii'ler için asla bir cevap vermez. Bilmediğinden mi, belki de ondan. Uzmanlıklarını alanlarında yapmış olmaları muhtemel olsa da iyi niyet aramak pek imkansızdır. Çünkü isimlerini anmazlar bile. Bahse girerim ki birçoğu Aleviliği bambaşka bir din olarak tanımlıyordur. Hatta ileri gideyim mi, Ali'nin peygamber olduğunu iddia ettiklerini düşünüyorlardır. Belki Ramazan ayında Alevilere oruç tutmak farz olmayabilir, fakat oruç dışı bir soru yöneltildiğinde farklı inanışlara göre nasıl şekillendiğini anlatmak bu kadar zor mu olmalıdır?

İshak: Mehmet! Tam da duymak istediğim şeyleri söyledin! Bu söylediklerine yürekten inanır mısın yoksa sadece ben duymak istiyorum diye mi söyledin?

Mehmet: Söylediklerimde samimiydim. Neden bilmiyorum her iftardan önceki dualarda Allah'tan bir şeyler isterken hepimize değil sadece kendilerine istiyorlarmış gibi geliyor. Ben mi çok alınganım, yoksa onlar mı gerçekten paylaşımsız inan hiç bilmiyorum. Teknik olarak böyle bir zorunlulukları olmayabilir fakat zorunluluk olmaması ille de jest yapmayacakları anlamına mı gelir?

İshak: En azından tutarlılar be Mehmet. Bu gözler, bu kulaklar ne sorulara -ay çok pardon- ne trajedilere şahit oldu! Hocanın tekine "hocam ben sanki, 'benim gibi birinden hoşlanıyorum' ne yapmalıyım" diye sorduğunda "Ay canım benim seni tebrik ederim" demesini mi bekleriz yoksa "Bu da senin sınavın, sakın böyle bir şey yapma" demesini mi? Hislerinde samimi olmasa bile eğer olur da kibar olmak için ilkini derse, kendi ekmek kapısına zarar vermesiyle sonuçlanır.

Mehmet: Ah be İshak, her şey para mıdır?

İshak: Tabağı öylesine sünnetlediler ki Mehmet, bize bir şey kalmadı. Çok zengin olmak isteyen kim? Başımı sokacak bir çatı, üç beş lokma yemeğim, bir de içten bir dostum olsa bana yeter. Fakat Mehmet, bize bunu bile çok gördüler.

Mehmet: İş ve ev haricinde çok bir yaşantım olduğunu söylemiştim. Kimi zaman çok sıkıyorum, çekip gitmek istiyorum fakat geri dönülmez bir yol olduğunu bildiğimden kendimi frenliyorum. Ya daha açık seçik konuşacağım: Elimdeki işi kaybedersem bir alternatifi olmayacağını biliyorum.

İshak: Ben olmasam, hatta kimsen olmasa sen de hocaya dönüp "İş bulma duası" diye sorar mıydın?

Mehmet: Şimdi daha iyi anlıyorum.

İshak: Gerçi sahura çok bir şey kalmadı ama hadi gel biraz kestirelim. Hem ayırca unutmadım dua etmek üzerine de sohbet edecektik. Haydi iyi geceler dostum.

Mehmet: Doğru ya! Heyecanla bekleyeceğim! İyi geceler İshak.