17 Ağustos 2018 Cuma

René Descartes'a Göre Aşk

"Sevdik, sevdalandık. Kördüğümle bağlandık; böyle ayrı gayrı olmaz, olmaz!"

MER-HA-BA sevgili okur. Nasılsın? Tamam çok uzun tutmak istemiyorum girişi. Şu an aklından, "Yok artık İgnis, bu kadar kısa süreyle iki tane yazı yayımladın. Neler oluyor yahu?!" diye geçiyor olabilirsin. Haklısın, fakat "Kimse Babanızın Hayrına Bir Şey Yapmıyor" yazımın başında da belirttiğim gibi yaptığım hiçbir şey bana keyif vermemeye başladı. Şu an için kimseyle konuşmuyor, doğru düzgün oyun oynamıyor, dizi/film izlemiyorum. Müzik ve podcast dinlemekle birlikte eğlenebildiğim bu dönemde, düşünmek için bol bol vaktim oluyor anlayacağınız.

Müzik dinlerken bir şeyler hakkında kafa patlatmaya bayılırım. Öyle ki hayatta en çok haz aldığım şeylerden biri Kabataş-Beşiktaş arası o mükemmel yolda Sattas'tan Bir Ben Miyim dinleyerek düşüncelere dalmak. Otobüsün en ön koltuğunda da oturdum mu, değmeyin keyfime! Ardından Levent'e peşinden de 4. Levent'e doğru ilerlerken insanlığın gelişimine hayran kalmak, kulağımda da müziğimle birlikte bunu pekiştirmek gerçekten de harika hisler.

Şu an deli ya da manyak olduğumu düşünüyor olabilirsin fakat insan ontolojisinin düalist olduğuna inanan biri olarak bu tip etkinlikler ruhumu doyuruyor gibi geliyor. Gerçi benim ontolojimde zeka ve ruh birbirinden ayrılıyor fakat konumuz bu değil. Hazır düalizm demişken sahneye felsefe tarihinin en önemli isimlerinden birini alalım; Descartes!

Yazıya girişmeden önce şunda bir anlaşalım sevgili okur. Descartes diye yazılır, Dekart diye okunur. O yüzden filozofumuzun ismine ek getirdiğim zaman yazılışına göre değil okunuşuna göre ek getireceğim; Descartes'ın, Descartes'a, Descartes'ı gibi. Fakat senin Decartes-Dekart meselesine girişmeyecek kadar cahil cüheyla olmadığını biliyorum, sadece belirtmek istedim.

Aşk Metafiziği Varsa Felsefesi de Vardır ismindeki eserimden iki adet bölüm paylaşmıştım bile. Bunlardan biri Platon'a Göre Aşk (belirtmeden edemeyeceğim 144 okunma sayısıyla hala en çok okunan yazım) bir diğeri de Reddedilmek, Aldatılmak ve Terk Edilmenin Benzer ve Farklı Yönleri olmuştu. Kitaba ismini veren Schopenhauer hakkında da yazdım fakat paylaşmadım. Bu üç bölümün ortak özellikleri kitabın içerisinde varlardı, yazılmıştı ve ben doğrudan çalışmamın içinden kopyalayıp yapıştırmıştım. Descartes'a Göre Aşk bölümünde ise öncelikle buraya yazacağım sonradan kitaba ekleyeceğim. Bunu belirtmek istedim çünkü kopuk gelmesini istemedim.

Descartes, ahlak ve varlık felsefeleri adına gerçekten de önemli çalışmalara imza atmış bir filozoftur. Onun aşka dair olan düşüncelerini daha iyi anlamak için öncelikle aşkı tadan canlı olan insanı nasıl tanımladığını incelemek kesin suretle gereklidir. Çok yüzeysel anlatmak gerekirse insan, varlığını iki şeye borçludur. Beden ve ruh. Bunlardan herhangi biri eksikse bile insanın var olmasından söz edilemez. Bedensiz ruh da, Ruhsuz beden de insan olamaz. İşte varlığın koşulu da iki şarta bağlandığı için kurmuş olduğu bu felsefik akıma ikicilik veya düalizm denir. Araya eğlencelik bir bilgi sıkıştırmak isterim; Latincede iki, di; Farsçada ise iki dü anlamlarına gelir. Tavladan çok iyi bildiğin Dü-Şeş, İki (adet) Altı demektir.

Düalizmin en kilit noktalarından biri, ortaya atılan iki unsurun birbirleriyle çoğunlukla zıt olduğu gerçeğidir. Descartes'ın izlediği ontolojik temellendirmede de bu görmek oldukça mümkündür. En yüzeysel şekliyle beden somutluğu temsil ederken, ruh soyutluğu temsil eder. Durum bu şekilde olunca düalist ontolojik fikirler, teoloji cephesinin de çalışma konusu haline gelir ve desteklenir. Ne de olsa Descartes aynı zamanda başarılı bir matematikçi ve din adamıdır.

Beden, maddesel olarak var olmamızı sağlayan bir araçtır. Çok detaylı ve derin değildir fakat olmazsa da olmazdır. Gayet ilkel denebilir ve insanın maddi temel ihtiyaçları buradan kaynaklanır. Çok yüzeysel olarak düşünülürse Freud'un yaptığı id tanımı, beden için oldukça uygundur. Hayvansıdır, ihtiyaçlar doğrultusunda hareket eder.

Ruh, manevi olarak var olmamızı sağlayan bir araçtır. Detaylıdır, derindir ve Tanrı'nın üflediğidir. Aynı şekilde incelendiği zaman çok yüzeysel olarak, Freud'un süper ego tanımı, ruh için oldukça uygundur. İyi-kötü burada ayrılır, suçluluk hissedilir, insanı frenler. Ayrıca Descartes, ruh hakkında şöyle bir yorumda bulunur; "İnsan ruhunun doğası hakkında edinebileceğimiz bütün bilgilerin kendilerine bağlı olduğu iki şey vardır. Bunlardan biri düşünmesi, diğeri de bir bedenle birleşmiş olması dolasıyla bedene etkisi ve bedenden etkilenmesidir."

Bence, Descartes'ın aşk üzerine olan düşünceleri "piyasadaki" birçok filozoftan çok daha başarılıdır. Hele ki Camus gibi yıkık varoluşçuların yanında resmen çölde sudur. Fakat bana ters düşen, ya da eleştirilmesi gereken yerler yok mudur? Olmaz olur mu; ne de olsa Descartes 1650'lerde yaşamış bir insanken ben 2018'de yaşıyorum. Sana daha önce de sık sık belirttiğim gibi; sen favori filozofundan çok daha başarılısın çünkü öğrenmek için ondan çok daha fazla imkanın var.

Descartes, Schopenhauer'a nazaran doğrudan bir "Aşk Üzerine Düşünceler, Cinsel Aşkın Metafiziği" gibi eser yazmak üzerine mektuplaşmalarında bu soruyu cevaplandırır. Say Yayınları'nın Ahlak Üzerine Mektuplar ismini verdiği kitapta Descartes, inzivaya çekildiği süre boyunca Prenses Elizabeth ile hayata dair resmen sohbet eder. Prenses Elizabeth, ontolojiye, hayata ve ahlaka dair bilgilerini pekiştirmek için Descartes ile iletişim içinde olur. Fakat onunla iletişim içinde olan tek kişi prenses değil. Büyükelçi Chanut, Descartes'a o sihirli soruyu sorar; "Aşk nedir?"

Descartes'a göre aşk ikiye ayrılır. Düşüncede ya da akla uygun olan aşk ile tutuklu aşk. İsimlerinden de anlaşıldığı gibi ilk aşk tipi daha rasyonel iken, ikinci aşk tipi daha duygusaldır. Nitekim Descartes da ikisinin arasında bir fark gördüğünü belirtir. Descartes, aşk tanımı yaparken öncelikle ruhu bedenden ayrı incelemeyi uygun görmüştür. İkinci hamlesinde de bedenle ruhu sentezler ve ardından aşkı yeniden tanımlar. Ruh bedenden ayrıyken aşk denen şey resmen kendine yakıştırmaktır. Ruh, iyiyi gördükten sonra kendisi için elverişli olduğuna karar verir ve iradesiyle ona katılır.

Bu konuda Descartes'a katılmamak neredeyse imkansızdır. Aslında bu söylemleri, "Güzel seven, güzel sever albayım." tarzı ahmak ahmak ergen edebiyatlarına çekilebilecek şekildedir fakat pek yanlış sayılmaz. Ahlaki olarak iyi bir insanın, kötü bir insana aşık olma ihtimali çok azdır. Bu öylesine ters görünür ki birinin kendisine eziyet çektiren birisine aşık olması durumu psikolojide sendromlar ile açıklanmak zorunda kalınır. İyi ruh, yanında iyi ruh ister çünkü kendisine iyi bir ruh yakıştırır.

Ruh bedenle birleştiği zaman işler daha karmaşık bir hâl alır. Çünkü ister istemez aşklar, yeni formlara geçiş yapmıştır. Duyum (sensuelle) veya duyu (sensitive) aşkı, beden üzerine dahil olmuş durumdadır. Bunların ne olduğunu da kaliteli bir şekilde örnekler. Diyelim ki boğazınız kurudu. Boğaz kurumasından gelen duyum, içme arzusunu oluşturan bir düşüncedir fakat o arzunun ta kendisi değildir.

İşte Descartes, aşk konusundaki üçlüğü potaya deliksiz tam da burada atar ve ayakta alkışlanır. Bunun ne kadar doğru olduğuna tartışmaya ihtiyaç duyduğumuzu düşünmüyorum. 2018 ilişkilerinin de en büyük sorunu aşk/aşık olduğunu sanma sorunudur. Birine aşık olma duyumunuz, onunla birlikte olma arzunuzu körüklüyor olabilir. Fakat biriyle birlikte olmanız ona aşık olduğunuz anlamına gelmemektedir. Peki ya sahi, aşk nasıl sahteden sıyrılabilir?

Gayet basit, ruhun aşkı ile bedenin aşkı bir sentezle iç içededir ve bir arada bulunur. Çünkü aralarında öyle bir bağ vardır ki, ruhun bir şeyin kendisine layık olduğuna karar vermesi, kalbin hemen aşk tutkusunu uyandıran  hareketlere hazırlar. Kalbin başka nedenlerle bu şekilde hazırlanması da, ruha, başka bir zaman eksikler görebileceği bu şeylerin sevimli yanları olduğunu düşündürtür. İşte gerçek aşk, tam olarak budur.

Hakiki aşk ile sahte aşkın birbirinden ayrılması konusunda Descartes'a tam olarak hak vermesem bile, kısmen katıldığımı belirtmek isterim. Onun belirtişinde ufak bir hata olduğunu düşünüyorum. Eksikliklerin sevimli yanlarının olduğunu düşündürmesinden ziyade çok basit bir şey için bile hayran kalmaktan bahsediyor olmalı. Eğer onu ima etmemişse bile, evet böyle. Gerçekten aşık olduğunuz kişi ne yaparsa yapsın onunla gurur duyduğunuz kişidir. İlginizin çekmediği bir kişi üç katlı integral alsın, size ne fakat aşık olduğunuz kişi üçle beşi toplasın, dünya üzerindeki en iyi matematikçi karşınızda!


Descartes aşk ile alakalı tespitlerini size bildirdiğim gibi yapıktan sonra biraz haddini aşıp dünyaya geldiğimizde ruhumuzla bedenimizin birleşmesindeki tutukların bir sıralamasını yapmış durumda. Descartes'e göre neşe, aşk, belki kin ve keder sıralamasıyla beden durumlarımız olur. Bu da okuyucunun aklına ister istemez, "Şimdi bir insan aşık olmadan önce neşeli mi olmalıdır?" sorusunu getirebilir. Yani uzun lafın kısası, aşık olmayı neşeli olma şartına bağlayabilir.

Aşktan sonra kin ve kederin olması pek imkansız değildir. Bunun üzerinde kafa patlatıp vakit kaybetmeyelim ama ben,"Aşık olmak için neşeli olmak gerekir." gibi bir şartın kesinlikle olmadığını düşünüyorum. Aksine, aşık olan kişinin daha neşeli olabileceğine inanıyorum. İlla ki başınıza gelmiştir, normalde hayatında nemrut suratlı olan biri, aşık olduğu zaman yüzünde güller açar, saçma saçma keyifli şarkılar mırıldanır, kuşların ötüşü bile farklı gelir. Hatta sık sık alışveriş yaptığınız bir yerde suratsız birinin birden bire güler yüzlü olmasıyla, günaydınlar/iyi günler savurmasıyla birlikte, "Lan acaba aşık mı oldu?" diye düşünmemiz de bunun en büyük kanıtlarından biri değil midir?

Büyükelçi Chanut, Descartes'a, "Aşkın mı yoksa kinin mi kötüye kullanılması daha kötüdür?" şekilde sorduğu bir soru var. Fakat mektupta da bu sorunun diğer sorulara nazaran biraz daha zor olduğunu itiraf eder. Bunu da diğer soruların neden sorulabildiğini bildiğini ama bu sorunun sorulma nedeninin ne olduğunu tam olarak kestiremediğine temellendirir. Nitekim pek haksız sayılmaz fakat sorulan soru bana göre hatalıdır.

Aşk, kin, kötü, iyi gibi kavramların soyut olduklarını belirtmeme gerek yok. Soyut kavramların karşılaştırılmasında herhangi bir ölçüt olduğunu düşünmüyorum. Daha kötü, daha iyi diye bir şeyin olması pek mümkün değil çünkü bunun için bir ölçü birimi kullanmamız imkansız. 1 kişinin ölmesi ile 100 kişinin ölmesi arasında daha kötü, daha iyi kıyaslaması yapılabilir mi? Bence hayır; 1 kişinin ölmesi de 100 kişinin ölmesi kadar trajiktir.

İncelemeye ve temellendirmeye başlamadan önce Descartes, kendince bir tanım ortaya atarak onun ışığında ilerlemek ister. Söylediği ise şu, "İki tutkudan biri bizi daha az erdemli kılarsa ya da hoşnutluğumuza daha fazla aykırı gelirse veya bizi kötülük yapmaya elverişli kılarsa, ona, ötekinden daha kötü deriz." Buraya kadar bir sorun yok elbette. Fakat artık bu saatten sonra şaşırmazsınız ki Descartes, bu sorunun cevabını bile iki aşamada verir.

İlk cephede bir kuşku duyduğunu belirtir. Çünkü iki duygunun tanımları gereği incelediği zaman bir tahlilde bulunur. Layık olmayana karşı beslediğimiz aşk, sevmemiz gereken birine duyduğumuz kinden daha kötü olduğunu düşünür. Bunu da, "Kötü olanı tercih etmek, iyi olanı geri çevirmekten daha kötüdür." düşüncesine temellendirir. Ardından tutarsızlığını fark eder bir biçimde, "Fakat aşkın tanımına baktığımda sevdiği şeyin iyiliğini ister. Bu da bizi kinden daha az ahlaksız yapar." notunu düşer.

İkinci cephesinde neredeyse emindir. Descartes'a göre kin, her zaman hüzün ve kederle birlikte bulunur. Bazıları başkalarına kötülük yapmaktan zevk duysa da bu duyulan zevki Şeytan'ın duyduğu zevkle hemen hemen aynı görür. Şeytan, insanların cehennemde acı çekmesinden ötürü Tanrı'dan intikam aldığı düşüncesiyle keyiflenir fakat aslında Tanrı'nın lanetine uğramaktan kurtulamamıştır. Kendi zamanına kadar insanların sevda ve aşktan ötürü canlarının çok yandığını belirten eserlerin var olduğunu belirtir ve ekler, "...eğer insanlar tattan çok acı duysalardı sevmekten doğal olarak vazgeçerlerdi sanırım. Aşka yüklenen acılara gelince, onlar da taşkın arzularla boş ümitler gibi aşkla birlikte oluşan diğer tutkulardan gelir."

Aşk felsefesine dair aşırı şık bir tespit. Boğaz kuruluğu-su içme arzusu örneği üzerinden gitmemiz gerekirse; insan boğazı kuruduğu için mi üzülür yoksa suyu içemediği için mi? Aşık olduğu için mi üzülür, ona kavuşamadığı için mi? Aşkını itiraf ettiği için mi acı çeker, reddedildiği için mi? Bu soruların cevapları aşikardır.

Kaçamak olmaktan kaçmak adına, "Aşkın mı yoksa kinin mi kötüye kullanılması daha kötüdür?" soruna kesinlikle bir cevap vermek istediğini belirttikten sonra, aşk olduğuna kanaat getirir. Çünkü Descartes'a göre aşk, kinden daha güçlüdür. Her ikisinin kaynağına bağlı olarak nefretin aşktan daha güçsüz olduğunu söyler.

Çünkü eğer gerçekten aşk duygularımız kalbimizin kendisine gereken gıdaları bolca almasından ve ilk nefret duygularımız da kalbe gelen zararlı gıdalardan kaynaklanıyorsa, sevdiğimiz zaman toplardamarların en saf kanı kalbe akar. Bu da beyne birçok hayvan ruhlarını gönderir. Dolayısıyla bu da bize daha çok güç ve yüreklilik verir. Nefret, safra acılığı ile dalak ekşiliğinin kana karışmasından ötürü bu tip ruhlar beyne fazla gelmez. Bu da daha soğuk ve çekingen olunmasına neden olur.

Aşkın, nefretten daha güçlü olduğu kısmında katılıyor olabilirsiniz fakat bunu temellendirirken ne kadar boş yaptığını söylememe gerek var mı? Her şeyden önce toplardamar mı? Oksijence fakir olan, pis kan mı bizi daha yürekli yapar? Safra acılığı, dalak ekşiliği ne alaka? Yani ya örnekleyeceğim derken sıçmış batırmış ya da gerçekten böyle olduğunu düşünüyor. Ben ikincisi olduğunu tahmin ediyor ve üzülüyorum.

Kötüye kullanılan aşkın, kinden daha kötü olduğunu kanıtlamak için de şunu öne sürer; kinden gelen kötülük sadece kin duyulan şeye yöneliktir. Oysaki sapık aşkın elinden hiçbir şey kurtulamaz, belki yalnız sevdiği şey kurtulur o da öfkesinin taşkınlığıyla mahvettiği şeyin yanında çok küçük kalır. Yani gerçekten bu kadar başarılı bir yorumu yapan kişiyle; toplardamar, safra acısı beyne giden ruh diyen kişinin aynı olması nasıl mümkün olabilir yahu? Sanırım, aşkın nefretten daha güçlü olabileceğine dair aklına hiçbir şey gelmemiş olacak ki böyle saçmalamış işte, yazık.

"Bir şeyi sevdiğimiz zaman ona karşıt olan her şeyden nefret ederiz." -René Descartes

Bu durumda Descartes'a göre kin, aşkın neden olduğu kötülüklerin en yakın halidir. Fakat aşk, bu şekilde işlenen kötülüklerde her zaman kinden daha suçlu olacaktır. Bunun için Theophile'in bir dörtlüğünü örnek olarak kullanır.

Tanrım güzel Paris bir av yakaladı,
Âşık çok iyi yaptı,
Ateşini söndürmek için
Ilion'u ateşe attı.

Bu dörtlükte bizlere gösterir ki, en büyük ve en uğursuz felaketler bile bazen sapık bir aşktan gelebilir ve onu pahalıya mal ederek daha tatlı yapabilir.

Hadi bunu örneklendirerek bitirelim şu işi. Ben X kişisi ile kötü yönlendirilmiş bir aşk ilişkisinde olayım. Aynı zamanda A'ya şiddetli bir kin besliyorum. A'nın kendisi için önemli bir sınava tabi tutulacağını bildiğimden ve kinimden ötürü sınavla alakalı olmak üzerine önüne sürekli engel koyuyorum. Fakat X, kendisine duyduğum aşktan yararlanarak B, C, D, E kişilerine zarar verdirtiyor, entrika sokuyor ve kötülük yaptırıyor. Samanyolu dizisi gibi örnek olacak ama; kocasının kendisine duyduğu aşkı kullanarak kayın validesine kötülük yaptırılması da Türkiye'de görülebilen bir senaryo.

Toparlamak gerekirse Descartes'a göre aşk; ruhun kendine yakıştırması, ardından da bedenin duyum ve duyularla bunu desteklemesi durumudur. Aşk; iyidir ve güzeldir. İnsanlık eğer neşeden çok keder sahibi olsaydı birilerini sevmeyi derhal bırakırdı. Descartes'a göre, kimi zaman aşk denen meret normalde gözümüze batacak kısımları bize çekici getirecek şekilde bakış açısına sokabilir. Üstelik sevgi, nefretten büyük olduğu için aşkın kötü emellere alet edilmesi, kinin kötü emellere alet edilmesinden daha erdemsizdir.

Yazı içerisinde çoğunlukla kendi fikirlerimi belirtmiş olmama rağmen ben de kısa bir şekilde toparlamak istiyorum. Ruh ve beden üzerine yapılan aşk tanımları oldukça tutarlı ve mantıklı. Üstelik duyum/duyu arasındaki ilişki ve gerçek aşk üzerine olan düşüncesi oldukça muazzam. Açıkçası ben, "Aşk, bazı kötü yerleri sevimli gösterir." görüşüne pek katılmayarak, "Aşk, basit bir şeyi dahi sevimli gösterir." olarak düzenliyorum. Aşık olunan kişi, gurur kaynağıdır. Ben de sevginin nefretten daha güçlü olduğuna inanıyorum fakat toplardamarlar ve safralar ile ilişkisi olduğunu pek sanmıyorum.

2287 kelimelik Descartes'e Göre Aşk yazımdan bu kadar sevgili okur. Kendine iyi bakmayı sakın ihmal etme. He unutmadan, başta yazdığım şarkıyı dinlemeyi de unutma senin için aşağıya link bıraktım. Düşüncelerini ve imla hatalarını bildirmek için lütfen çekinme. Schopenhauer'un değil, Descartes'ın aşk tanımıyla kal ve hoşça kal.


13 Ağustos 2018 Pazartesi

Kimse Babanızın Hayrına Bir Şey Yapmıyor

Sert giriş, ciddi konu. Nasılsın uğur böceğim? Beni soracak olursan fena değilim ama bomba gibiyim de dersem yalan olur. Eskiden yapmaktan çok keyif aldığım işlerden şimdi hiç eğlenememeye başladım. Bu beni biraz rahatsız etmiyor değil fakat gerekirse o kısma sonra değiniriz. Şu an seninle konuşmak istediğim konunun leziz olduğunu düşünüyorum. Fedakarlıklar ve yardımlar üzerine düşünceler ve iş/meslekler üzerine bir sohbet.

Belirttiğim gibi sizinle bu muhabbetimin iki ana kısımdan oluşmasını ön görüyorum. Eğlence sektöründe ortaya çıkan ürünlerin neden var olmasından başlayıp insan denen mahlukatın fedakarlık adını verdiği tartışmaya açık sözde erdemini neden yaptığına doğru geniş bir yelpazede olmasını istediğim bir yazıya giriş yapmaktasın, hoş geldin.

Eğlence sektörü dendiği zaman sizin aklınıza ilk ne geliyor dostlar? Diziler, filmler, oyunlar? Haklısınız ama benim aklıma her daim bir kişi geliyor o da güleceksiniz ve şaşacaksınız ama Enes Batur. Yaptığı videoları ve içerikleri sevip sevmemeyi ya da kaliteli bulup bulmamayı bir kenara bırakacak olursak sahip olduğu istatistikler eğlence sektörünün zirvesinde olduğunu gösteriyor. Sevgili okur, "Eee İgnis şimdi bu şarlatan ne alaka?" diye içinden geçiriyor olabilirsin ve çok haklısın. Gerçekten de bir şarlatan.

Enes Batur gerçekten yapmak istediği şey mi yapıyor, yoksa yapmak zorunda olduğu şeyi mi? Tarihin hiçbir döneminde toplumdaki kaliteli kesim, kalitesizden daha fazla olmadı. Aydınlar hep azınlıktı ve toplumunu şaha kaldırmak için pek uğraştı. Toplum ahmaklarla dolduğu için bunu reddetti ve kalitesizlikleriyle kavrulmaya devam etti. Kalitesiz insan, kalitesiz şeyi talep eder. O da günümüz Enes Batur'un içeriklerine tekabül ediyor.

Toparlamak gerekirse; Enes, siz eğlenceli bir 15 dakika geçirin diye mi kendini bu kadar paralıyor? Elbette hayır, bu onun ekmek kapısı. Sizler eğlenin ya da daha keyifli vakit geçirin diye değil kendi cebini doldurmak için bunu yapıyor. Üstelik bunun yapılması o kadar olağan, o kadar normal ki. Asla yanlış hiçbir şey yok. Sorumuza geri dönelim; Enes Batur gerçekten yapmak istediği şey mi yapıyor, yoksa yapmak zorunda olduğu şeyi mi?

İlla ki haberiniz vardır fakat insanlar hayatta kalabilmek için gıdaya ihtiyaç duyuyor. Bunu elde etmenin de en kesin yolu para adı verilen birkaç değerli kağıttan geçmekte. Durum bu olunca sadece Enes'in değil tüm yeni medyacıların kitlelere ulaşması ve talebi karşılaması lazım. İzleyici onlar için bir müşteri. Siz bir fırına ekmek için girdiğinizde ustanın poğaça vermesini beklemiyorsanız Enes ve onun gibilerinden kaliteli video beklememelisiniz.

Kalitesiz insanın kalitesiz talebine karşılık kalitesiz içerik. İki iki daha dört. Bu kadar basit ve dediğim gibi bu ne yanlış bir şey ne de Enes'e kızmamız gerekli. Burada kızılması gereken aptalca şeyi talep eden izleyici profili. Ekranların başındaki insanlar challenge ya da kışkırtma (ALLAH'IM BUNUN KADAR AHMAKÇA BİR ŞEY YOK HERHALDE) yerine kültür sanat talep etse Enes bir dakika daha 1000 tane yumurta pişiren Hintli Amca izleme videosu çekmekle uğraşmaz.

Apaçık belli ki yeni medya, eski medya fark etmeksizin hiçbir eğlence sektörünün mensubu sizin kara kaşınıza kara gözünüze değil para kazanmak için uğraşıyor. Avukatlar gerçekten sizin haklı olduğunuzu ve adalet karşısında kendinizi tam performans sunmanız gerektiğini düşündüğü için değil para kazanmak için bu işi yapmıyorlar mı? Aaaa! Demek ki olay sadece eğlence sektörüne değil dünyanın her yerindeymiş!

İster kabul edin, ister etmeyin meslekler ya da sektörler sizin iyiliğiniz için bir diğer deyişle babanızın hatırına değil para için çabalar. Çiftçi, "Gıdam insanlara ulaşmalı ve onların boğazından geçmeli!" gibi bir gayeye girişmez. İşin ucunda kendi kazanacağı para olmaza yapmaz, ki bunu hiç kimseler yapmaz. Hayatta kalma serüveninde bu oldukça normal karşılanmalıdır. Çünkü farkında olmasanız da bunu siz de yapmaktasınızdır ya da yapacaksınızdır.

Tabi ki, "Her şey para olmak zorunda değil." değil mi? Doğrudur, her şey para değildir fakat hayatta kalma mücadelesi hız kesmeden devam etmektedir. Sadece para pragmatik gayelere hizmet etmek zorunda değildir. İşte burada da tam olarak devreye ailenizle, arkadaşlarınızla ve diğer insanlarla olan ilişkiniz devreye girer. İnsan, sosyal bir şeydir. Ben pek hayvan yakıştırması yapmayı sevmiyorum fakat beni buna zorluyorsun insanlık!

Her şey daha biriyle arkadaş olmanızdan başlar. Hiç, herhangi bir arkadaşınızla neden arkadaş ya da dost olmuşsunuzdur hiç düşündünüz mü? Ben sana söyleyeyim sevgili okur, çünkü birbirinizin işine yarıyorsunuzdur da ondan. En kötü ihtimal birlikte iyi, eğlenceli ve kaliteli zaman geçirmenizden ötürü o kişi sizinle arkadaş olmaya layıktır. Sahi ya, neden herkes sizin arkadaşınız değildir ya da olamazdır? İşine yaramazlar da ondan.

Kaliteli insanın kaliteli arkadaşı olur çünkü kaliteli ihtiyaçları olur. Bu cephede de vereceğim en iyi örnek akıl danışmak olacaktır. Beyin kıvrımlarına biraz manevra vermiş biri bile sana oldukça büyük şeyler katabilir. Bu fırsatı kaçırma ve rasyonel insanlarla bir an önce arkadaş ol! Eh hele bir düşünür müsün, neden onunla geçirdiğin vakit eziyet gibi geliyorsa ya da sana bir şey katmıyorsa, işine de yaramıyorsa zaman gibi değerli bir şeyi öldüresin ki değil mi yani hani?

Yukarıdaki örneklemenin içerisindeki arkadaş/dost kelimelerinin yerine sevgili kelimesini koyduğunuzda da sistem tıkır tıkır çalışır. Hayatınızı zehir eden birini ya da ruhunuzu rahatlatması gerekirken daha çok strese sokan biri için neden vakit harcayasınız ki? Sevgiden ötürü diyeceksin he? Eheheh. Bunun konusunu açtığın için teşekkür ederim sevgili okur. Oynadığın "sevgi" hamlesi hâlâ benim kimse babanın hayrına bir şey yapmadığına delil içeriyor.

Aşkınıza beslediğiniz sevgi de dahil olmak üzere birtakım ilişkiler pragmatik amaçlar içermektedir. Sevgi, fedakarlık gibi bir erdemi doğurur. Fakat fedakarlık gerçekten de düşündüğümüz kadar büyük bir erdem midir? Bunu incelemek için bir senaryo yaratmak çok daha iyi olacaktır. İki adet senaryomuz olacak biri aşk, diğeri de aile ilişkisini içerecek.

Diyelim ki aşık olduğunuz/hoşlandığınız biri var ve bir romantik bir ilişki içerisindesiniz. Partneriniz ya da aşkınız -ne derseniz neyin- yerim yerindeyse size hayatı zehir ediyor. Yediğinize içtiğinize kadar karışan bir profille karşı karşıyasınız ve resmen illallah etmiş durumdasınız. Fakat biliyorsunuz ki bu kişi sizinle tanışmadan önce birçok kötü badire atlatmış ve sizinle birlikte anca toparlanmış. Böyle bir senaryo içinde de sizin düşünceniz, "Düşene bir tekme de ben vurmayayım, çünkü onu seviyorum ve onun için bu fedakarlığı yapmaya hazırım." şeklinde evrilmiş olacaktır.

Burada atladığınız nokta bu fedakarlığı yapmanızın temeli onu çok sevmenizden değil, yine bizzat kendinizden ötürüdür. Düşene bir tekmenin atmanın vermiş olduğu vicdan azabıyla yaşamak istemediğiniz için bu fedakarlığı yapmaktasınız. Uzun lafın kısası o üzüleceği için değil, siz üzüleceksiniz diye bu topa girmişsinizdir. Yapacağınız eylemin sonunda siz üzülmeyecekseniz neden özgürlüğünüzü kısıtlayan birinin gözünün yaşına bakasınız ki? Kendi rahatlığınız ve hazzınız için yapılması fedakarlık sayılır mı?

Konu fedakarlık olunca akla gelen ilk şey hiç şüphesiz anneler olur. Onlar yemez yedirir, içmez içirir. Annenin de fedakar olması hemen hemen aynı sebepten ötürü kaynaklanır. Çünkü bu durumdan memnundur. Evladı için şart gördüğü şeyleri yapmazsa aklı onda kalır ve çok rahatsız olur. Kendisi tok olsa bile evladının aç olma fikri onun aklını kaçırmasına neden olur, işte tam da bu nedenle kendisinin aç kalması pahasına evladının tok olmasına razı olur. Yani yine kendi huzuru ve hazzı için fedakarlık yapmış olur. Bu durum fedakarlık tanımına uyar mı?

Demem o ki, iletişime girdiğiniz mesleklerden tutunda arkadaşlarınız, aşkınız hatta aile üyeleriniz bile babanızın hayrına bir şey yapmıyor. Sizin o kara kaşınıza, kara gözünüze yapmıyor. Aptal hümanist düşüncelere girip sırf insan olduğunuz için yapmıyor. Hak ettiğiniz için yapıyor. İşine yarıyorsunuz; bu durumda siz buna değersiniz. Aynı şey sizin onlara bakışınız için de geçerliyken mutualist yaşamak ne kötü bir durumdur ne de ayıplanmalıdır. İletişim/ilişki böyle olmak zorundadır ki başta sen olmak üzere insan ırkı hayatta kalsın.

Verdiğim örneklere bakınca sadece iyi eylemler için bu durumun geçerli olabileceğini savunmuşum gibi göründüğümü fark ettim. Hayır, sadece iyilikler değil yaptığımız kötülüklerde pragmatik gaye sonuna kadar hissedilir. Bunun için bir örnek vermeye gerek yoktur çünkü zaten apaçık bellidir. Keyif almak için, ihtiyacı olduğu için uzun lafın kısası kendi için bir insan iyilik veya kötülük yapar. Sıkça kez de belirttiğim gibi bunda ayıplanacak hiçbir nokta yoktur.

Peki sence ben bu konu üzerinde bu kadar şiddetli bir şekilde mi düşünüyorum? Hayatın bir tez, anti-tez, sentez üçlüsünden oluştuğuna inanan biri olarak elbette benim sadece bu konuda değil, hiçbir konuda direksiyonu bu kadar sert kırmam beklenemez. Bu söylediklerim hiç şüphesiz hayat denen sahnenin parçası ve bu kötü olmadı, olmayacaktır. Fakat gerçekten her şey bu kadar kalıba oturmuş mudur? Bunun kararını sen ver ama bence hayır.

Bir sonraki yazıya kadar kendine iyi bak sevgili okur ve dikkat et. Lütfen bu kullanıma kendini çok kaptırma ve sömürülme. Mutualizm yaşamanın hiçbir kötü yanı yoktur ve olmayacaktır fakat hayatındaki parazitleri çıkar. Onlar ivmeni arttırmaz, aksine yavaşlatırlar. Ben kendimi yetersiz görüyor olabilirim ama sen kendini tam gör. Çünkü bu sana sonsuz güzellikte kapı açacak. Ben alt tarafı ortalama bir herifim doğru, fakat lütfen bu son dediklerime kulak ver. Seni seven ve elbette her insan gibi sevgiye ihtiyaç duyan İgnis, yazıyı burada bitiyor. Hoşça kal.