22 Ekim 2018 Pazartesi

1. Yıl Dönümü Özel: İgnis Hortus, Blog ve Ben

"Merhaba Dünya."

13 Ekim 2017 tarihinde ilk yazımı yayımladım. 5 Maddede Şeriat Hukukun Reddiyesi, gerçekten de eğlenceli bir yazı olmuştu. Okunması için linkleri her yerden deyim yerindeyse spamlamıştım. Instagram'dan hikaye, Snapchat'ten snap, Twitter'dan tweet, Facebook'tan post... Ulaşabildiğim yerlere ulaşmak istiyordum ve insanların fikirlerimi görüp hak vermesini ya da akla mantığa uygun bir anti-tez sunmasını çok istiyorum da ondan.

1 sene oldu bile. Hem ben, hem İgnis Hortus, hem de kalemim çok değişti ve gelişti. Bu yazı hariç olmak üzere 16 tane yazıda buluşmuşuz. Hala aynı fikirdeyim, "Topluma göre aydın, Buda'ya göre Nirvana, Tanrı'ya göre peygamber değilim." fakat eskisi gibi de değilim. Bunlar çok güzel şeyler ve hayatın kaçınılmaz gerçekleri. Gelecek denen meret şu aralar beynimi bir fare gibi kemirse de bir şeyler üretmenin vermiş olduğu haz ve tatmin ile birlikte var olmaya devam edeceğim.

Odun gidip kalas gelmekten ödü patlayan, iş bulamayıp açlıktan ölmekten korkan ödleğin teki olmama rağmen yazılarımı okuduğun için sana ne kadar teşekkür etsem az sevgili okur. Hem de en okunası olanından en saçma olanına kadar. Teşekkür mayatinde seninle birkaç istatistik paylaşmak istiyorum. Aşağıya bu zamana kadar yayımlamış olduğum yazıları ve yanına okunma sayılarını paylaşacağım. Eğer blog'a ilk defa giriyorsan okuyabilmen için link de bırakacağım.

Toplam 954 okunma, 954 kere tıklanma. Ne diyebilirim ki, sen muhteşemsin. Bu maratonda beni yalnız bırakmadığın için teşekkür ederim. "Platon'a Göre Aşk (Platonik Aşk)" açık ara en çok okunan yazımken, "Kimse Babanızın Hayrına Bir Şey Yapmıyor" en az okunan yazım olarak kayda geçmiş durumda. Rakamlardan da belli oluyor ki filozoflara göre aşk yazılarını çok seviyorsunuz, ben de seni çok seviyorum.

"İntihar ve Mehmet Pişkin Üzerine" başlığındaki yazım 98 okunmayla ikinci sırada. Bence hiç de şaşılacak bir durum değil çünkü intihar vakası her zaman insanın aklını kurcalayan bir durum olmuştur. Öte yandan din içerikli yazılarımı pek takip etmediğinizi görüyorum. Olm 25 Aralık ve 14 Şubat yazılarını oku lan çok güzel oldu :')

"İtiraflarım ve Hayallerim - 1" yazısını 78 kere okuyarak gururumu okşadın, teşekkür ederim. İtiraflarımı ve hayallerimi okumaya değer gördün ve yazılar içerisinde okunma bakımından 3. sıraya onu taşıdın. "Yenikapı Hakkında Ufak Bir Yazı"nın asla 48 kere okunacağını tahmin etmemiştim. Üstelik, "Kimse Babanızın Hayrına Bir Şey Yapmıyor" ve "İspanyollar Neden Boğa Güreşi Esnasında 'Oley' Der?" yazısından sonra. Fakat beni şaşırttın, tşk.

Yazılarımın hemen hemen hepsini çok eğlenerek hazırladım. Özellikle 25 Aralık, 14 Şubat yazılarını ve filozoflara göre aşk metinlerini sevgiyle ve büyük titizlilikle çalışarak hallettim. Yenikapı yazısında ise farklı bir şeyler denedim ve kendi istediğim konuyu, kendi istediğim şekilde incelediğim için en çok eğlendiğim metinlerden biri oldu. Fakat "İdeoloji Olmayacak Kadar Değerli: Feminizm" yazımı hiç ama hiç beğenmiyorum. Gerek hiç düşünmeden hatırlanmış olması, gerek direkt metnin çok çirkin olmasıyla birlikte hiç sevmediğim nadir yazılarımdan biri. Bir anlık gaza gelinerek yazıldığı ve birilerinin dikkatini çekmek için yazıldığı doğrudur.

İgnis Hortus gibi bir mahlaya ihtiyacım vardı, anonim olmam gerekti. Yazıyı paylaştığım sosyal mecralardan geliyorsan benim kim olduğumu zaten biliyorsundur fakat bu işin raconu budur ya, blog dediğin anonim olur. Blog; çok fazla dini, siyasi ve felsefik fikir motifi içeriyor. Sen sorun çıkarmazsın ama Google aramasından bulup gelen adam çıkarır. İgnis Hortus tahmin edebileceğin gibi Latince. İgnis, yangın; hortus, bahçe anlamına geliyor. Yani sevgili okur, uzun lafın kısası içim yanıyor.

Elden ayaktan kesilene kadar yazmaya devam edeceğim sevgili okur çünkü ilk yazılarımdan şimdiki yazılarıma doğru ilerledikçe gerçekten de çok büyük fark görüyorum. 10.000 kuralını bilir misin, eğer bir işe 10.000 saat ayırırsan -ki bu 426 gün etmekte- o konu da Dünya'nın bir numarası olursun. Bunun da en iyi örneği severek dinlediğin müzik gruplarıdır. Heh işte, 10.000 saat kuralıyla Dünya'nın en iyisi olur muyum, uzak ihtimal. Yine de en iyisi değil ama daha iyisi olmamak için hiç bir neden yok.

Kendine, kendin kadar güzel bak sevgili okur. Sevmek ve sevilmenin ihtiyaç olmasına rağmen insanlara gösterilen birtakım sahte duygulara kanmamaya dikkat et. "Hakikat budur!" demek çok iddialı olurdu o yüzden sen/biz en doğrusunu bilirsin/biliriz.

"Hoşça kal, Dünya?"

1 Ekim 2018 Pazartesi

Yenikapı Hakkında Ufak Bir Yazı

Merhaba canım, nasılsın? Sancılı geçirdiğim dönemler haricinde hiç de fena değilim. Harekete geçmeyi de öğrenebilirsem sanırım bir şeyler yerli yerine oturacak gibi. İyi ve kaliteli bir insan olma çabamdan gerçekten yoruldum fakat aynı zamanda kötü ve boş biri olmaktan korktuğum için bir şekilde hayatımı sürdürüyorum. Ama sevgili okur, şimdi bunları konuşmanın ne yeri ne de zamanı.

Canım o kadar sıkkın ki, "Yenikapı'ya ulaşım kolay olduğu için mi mevcut hükumet miting alanını oraya uygun gördü yoksa miting alanı orada olduğu için mi ulaşımı bu kadar kolay?" sorusuna seninle birlikte cevap arayacağız. Sorunun cevabı ilk başta kestirip atacak cinsten basit gibi görünse de işin içine Marmaray ve Kazlıçeşme Miting Alanı gibi kriterler girdiği zaman oldukça zevkli bir hal alıyor.


Bu sorunun cevabını vermemizdeki metodolojimiz belli. Kafamda kurduğum rahat ve eğlenceli bu süreci umarım yazıya da yansıtabilirim. Üst başlıklar akabinde alt başlıklar içerisinde istatistikleri ve bilgileri seninle paylaşacak, en sonunda da karar vereceğiz. Bu başlıklar;
  1. AK Parti'nin ve Recep Tayyip Erdoğan'ın Kısa Tarihçesi
  2. Yenikapı Miting Alanı'nın İnşaat Süreci
  3. Metrolar Bakımından Yenikapı
  4. Konumu Bakımından Yenikapı
  5. Son Karar: Yenikapı'ya Ulaşım Kolay Olduğu İçin Mi, Miting Alanı Orada Olduğu İçin Mi?
Başlıklardan kısa kısa bahsetmem ve neden orada bulunduklarını belirtmem gerekirse; "AK Parti'nin ve Recep Tayyip Erdoğan'ın Kısa Tarihçesi" bölümü, mevcut hükumet durumuna gelirken yaşanan politik gelişmeleri ve akabinde bunun Yenikapı Miting Alanı'yla ilişkisini yorumlayabilmek için bize yol gösterici olacak bir kısım. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Erdoğan'dan günümüz Cumhurbaşkanı Erdoğan'a dair işlenecek bu bölümde sayısal istatistikler, bize çok ama çok yardımcı olacak.

"Yenikapı Miting Alanı'nın İnşaat Süreci" bölümü, hem toplumun bu yeni meydana olan bakışlarını inceleyecek, hem de metro inşaatlarıyla arasındaki ilişkilerin öne çıkmasıyla birlikte birbirleriyle hiç şüphesiz içkin ilişkilerinden kimin galip geleceğine dair altın bilgiler verecek.

"Metrolar Bakımından Yenikapı" bölümü, İstanbul'un en çok yolcu alan üç temel raylı sisteminin yapılışlarını irdeleyip M1-M2-Marmaray arasındaki ilişkiyi gözler önüne sürmekle kalmayacak, İstanbul'un ulaşımının omurgasını tüm çıplaklığıyla okuyucuya gösterecek.

"Konumu Bakımından Yenikapı" bölümü, tabir-i caiz ise jeopolitik konumu olarak Yenikapı'yı irdeleyecek, bu tip etkinlikler için müsait olup olmadığı tartışılacak ve tarihi yarımadadan kendine pay bulan bu semt hakkında genel bilgiler verecek.

"Son Karar: Yenikapı'ya Ulaşım Kolay Olduğu İçin Mi, Miting Alanı Orada Olduğu İçin Mi?" bölümü de adından anlaşılacağı gibi tüm öğrenilen tonlarca bilginin son bir kritiğini yaparak mevcut hükumetin metroları uzattığı, Marmaray'ı oradan geçirdiği için mi Yenikapı'nın bir toplanma alanı olduğu ya da bunun tam tersinin olup olamayacağı, Yenikapı'daki deniz otobüsleri, otobüs durakları ve hatları bilgisiyle birlikte pekiştirilip okuyucunun tatmin edici bir cevap bulunması sağlanacak.

İlk dört maddeyi okumadan direkt beşinci maddeyi, "Ben zaten biliyorum yuah!" diye atmanız pek tavsiye edilmez çünkü hem aralarda vereceğim eğlencelik bilgileri kaçırmış olacaksınız hem de birbirleriyle olan ilişkilerini göremeden sonuca geçmeniz tatmin olmadığınız bir cevapla sonuçlanabilir. Gerekli duyurular ve belirtmeler yapıldıysa hiç gaz kesmeden ilk başlıkla birlikte yazıya başla!

AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan'ın Kısa Tarihçesi

27 Mart 1994 yılının yerel seçimlerinde Refah Partisi'nin aday göstermiş olduğu Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin başkanlık koltuğuna oturmasıyla kendini halkına ve seçmenine göstermiş oldu. Refah Partisi'nin kapanmasıyla Yenilikçiler ve Gelenekçiler grubunun Yenilikçiler ayağında bulunan Erdoğan ve Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi çalışma arkadaşları 14 Ağustos 2001 yılında AK Parti'yi kurdular.

Adelet ve Kalkınma Partisi -kısaca AK Parti- verilen bu oluşumun birincil amacı, 2002'de yapılacak olan genel seçimlere dahil olarak iktidar partisi olabilmekti. Nitekim 3 Kasım 2002'deki genel seçim istatistikleri AK Parti'nin istediği ya da isteyeceği şekilde sonuçlanmıştı. 10.8 milyon oy ve %34 oranla meclisteki çoğunluğu sağlayabilmiş ve tek başına iktidar olabilmişti. 3 Kasım 2002 seçimlerini ilginç kılan bir diğer olay, Milliyetçi Hareket Partisi -kısaca MHP- dahil olmak üzere bir çok siyasi partinin %10'lük baraja takılmasından ötürü mecliste kendine yer bulamaması üzerine yaşanan hadiselerdi. Seçim içerisinde kullanılan oyların tamı tamına %46'sı meclis içerisinde kendine temsilci bulamamıştı.

Recep Tayyip Erdoğan'ın milletvekili olamamasından ötürü Abdullah Gül, başbakanlık görevini üstlendi ve hükumet kuruldu. Takvimler 9 Mart 2003'ü gösterdiği zaman Siirt'teki birkaç milletvekinin görevleri düşürülünce ara seçim yapılmak zorunda kalındı. Siirt'ten milletvekili olarak giriş yapabilen Erdoğan'nın önünde başbakan olmaması için herhangi bir engel kalmamıştı ve 59. hükumeti kurarak başbakanlık görevine başladı.

AK Parti genel başkanı ve başbakan sıfatlarıyla birlikte 22 Temmuz 2007 tarihinde sandığa giden Erdoğan, partisince 16.3 milyon oy ve %46'lık oranla birlikte gerekli olan tek iktidar çoğunluğunu bir kez daha yakalamayı başardı. Başbakanlık görevini sürdürmeye devam ederken, 2007 referandumundan ve 12 Haziran 2011 genel seçimlerinden zaferle ayrıldı. 21.3 milyon oy ve %49'luk oran ile birlikte tarihinin en çok oy topladığı ikinci seçimine imza attı.

AK Parti, 30 Mart 2014 seçimlerine Erdoğan'ın önderliğinde hazırlanırken bizim de masaya yatırdığımız konuyu önemli bir şekilde ilgilendirecek bir gelişme yaşandı. Başbakan Erdoğan'ın belirttiğine göre 2 milyon kişinin katılımıyla 23 Mart 2014'te gerçekleşen miting, Yenikapı Miting Alanı'nda gerçekleşti. Bu, Yenikapı Miting Alanı'nın ilk mitingiydi.

Halk ilk defa kendi cumhurbaşkanını seçmek için sandığa 10 Ağustos 2014 tarihinde gitmiş bulundu. 21 milyon oy ve %51'lik oran ile birlikte Erdoğan, artık hem AK Parti genel başkanlığını hem de başbakanlığı Ahmet Davutoğlu'na bıraktı. Erdoğan'sız bir AK Parti'nin hem seçimlerde hem de siyasi arenada ne yapacağı tam bir merak konusuydu çünkü Erdoğan'sızlık AK Parti'nin tarihinde bir ilk demekti.

AK Parti genel başkanlığı ve başbakanlık direksiyonunda Ahmet Davutoğlu varken gerçekleşen ilk genel seçim 7 Haziran 2015 tarihinde gerçekleşti. Oy oranı olarak değil belki ama seçmeninden toplamış olduğu oylar bakımından oldukça gerileyen bir AK Parti vardı. Evet, sandıktan yine 1. olarak AK Parti galip geldi ama meclisteki gereken 276'lık çoğunluğu 258 koltukla yakalayamadı. 18.8 milyon oy ve %49 oranla seçimlerden ayrılan AK Parti'nin yanı sıra diğer siyasi partiler için de oldukça yoğun bir döneme giriş yapıldı. Koalisyon çalışmalarında beklenen çıkamayınca seçmenler, erkenden sandığa gitti. 1 Kasım 2015'te gerçekleşen erken seçimlerde AK Parti, 23 milyon oy ve %49'luk oran ile birlikte tarihinde en çok topladığı oyu kaydetmiş oldu.

Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı devam ederken tartışma konusu olan sistem değişikliği (AK Parti'lilerce sistem geliştirmesi/güncellemesi) ve onun referanduma taşınması fikrine pek de sıcak bakmayan Davutoğlu istifa etti ve başbakanlık koltuğunu Marmaray hakkındaki açıklamaları ve röportajlarıyla da dikkat çeken eski Ulaştırma ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım'a bıraktı.

16 Nisan 2017 tarihinde gerçekleşen referandum gerçekten de incelemeye değer bir nitelik taşıyor. AK Parti ve MHP, referandum için evet çağrısı yaptı. 25 milyon oyla evet, 23 milyon oyla hayır diyen halkın oranları %51'e, %49'du. Belediyelerini elinde buldurduğu İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerde bile hayır diyenlerin çoğunlukta olması, "AK Parti'nin tahtının sallandığına" dair yorumların önünü açtı.

2017 referandumu ile birlikte Recep Tayyip Erdoğan, tekrardan AK Parti genel başkanlığına geldi. Peşinden yaşanan 24 Haziran 2018 erken seçimlerinden galip ayrıldı. Referandumla birlikte koltuk sayısı 600'e çıktığından 301 demek, çoğunluk demekti. Tek başına AK Parti 301 koltuğu bulamasa da Cumhurbaşkanın Erdoğan olması ve MHP ile yapılan ittifakın başarılı olmasıyla mecliste söz sahibi olabildi. AK Parti, 24 Haziran 2018 seçimlerinde 21 milyon oy ve %42 oranla ayrılırken Recep Tayyip Erdoğan, işi tek turda bitirerek 26 milyon oy toplayarak oranını %52'yle seçimlerin galibi olarak adını yazdırdı.

Kurulur kurulmaz iktidara gelmesiyle birlikte halihazırda dikkatleri üzerine çekmeye başaran parti, teknik olarak istatistiksel ve seçim zaferleri açısından pek fire vermemiş gibi görünüyor. En başarılı olunan zamanları, tabir-i caiz ise AK Parti'nin altın çağı için 2011-2014/2015 dememiz pek mümkün. Bu yıl aralıkları bizim yazımız için de çok kritik çünkü hem Yenikapı metrolarının hem de Yenikapı Miting Alanı'nın kullanıma açıldığı yılları içeren süreçler. Uzun lafın kısası parti, en güçlü döneminde ya da bir diğer deyişle seçmeniyle çok içli dışlı olduğunda miting alanını var etmiş gibi görünüyor. Nitekim hepimizin aklına kazınan "Büyük İstanbul Mitingi" sadece bir kere olan bir vaka değil. 2014 yerel seçimi de dahil olmak üzere 5, 15 Temmuz Demokrasi Mitingi dahil edilirse 6 adet mitinge ev sahipliği yapmış durumda. Üstelik adetten olacak gerek ki, her bir miting; seçimlerinden tam bir hafta önceki pazar günü gerçekleştirilmiş.

"AK Parti güçlenmesiyle Yenikapı'yı yaptı." demek ilk bakışta ultra büyük bir yanlış gibi görünmemekte. Çünkü burada atlanmış olan iki adet mühim soru, asıl cevaba gitmemizi engellemektedir. Bunlardan ilki Yenikapı Miting Alanı'nın ne zaman yapılmaya karar verilmesi ve inşaat sürecinin ne kadar sürdüğü ile alakalı olan sorudur. Ne de olsa bu tip bir yapının inşası, 4 ayda olacak bir şey değildir. İkinci soru ise metnin ana fikri olan, Yenikapı'yı ulaşımla değerli kılan AK Parti için orasının biçilmiş kaftan olabileceği sorusu üzerinedir. Altın çağa denk gelmesi midir, tesadüf müdür yoksa altın çağı başlatan hamle midir? Bunları tahlil etmek için Yenikapı Miting Alanı'nın İnşaat Süreci başlığına geçmemiz gerekli.

Yenikapı Miting Alanı'nın İnşaat Süreci

Yenikapı Meydanı olarak da bilinen bu yerin asıl ve resmi adı, "İstanbul Metropolü Miting ve Gösteri Alanı" olarak belirlenmiş durumda. Bu isimlendirme kendi içerisinde iki sebebe bölünmüş durumda. Bunlardan ilki aslında Yenikapı Miting Alanı'nı var olmasını sağlayan sebep, göstericilerin ihtiyaç duyduğu protesto alanını yaratmak. Nitekim bu konuda, "Zaten protesto, iktidarlarca sevilmez bir de gidip bir gidişatın kötü olduğunu vurgulamaya çalışan birine yer mi göstereceksin?" yorumlarıyla yoğun bir şekilde topa tutulmuştur.

İkinci sebebi ise konserler, gösteriler, fuarlar gibi kültür sanat etkinliklerinin de burada gerçekleştirilebilecek şekilde tasarlanmış olmasından gelmekte. En yakın örneğini vermek gerekirse Gençlik Festivali, Yenikapı Miting Alanı'nda gerçekleştirildi.

Alanın inşa edildiği yer de, inşa edilme metotları da oldukça büyük eleştiri konusu olmuştur. Öncelikle birçok kişiye göre Yenikapı bir meydan değildir fakat bu duruma "Konumu Bakımından Yenikapı" başlığında değineleceğinden ötürü atlayarak direkt inşa edilme metodundan bahsetmek istiyorum.

Yenikapı Miting Alanı, 673 bin metrekarelik bir alanı kapsamaktadır. Ortalama 1.5 milyon, maksimum 2.5 milyon ziyaretçiyi içine alabilmesiyle birlikte, kişi başına düşen alan -ortalama kişi sayısı üzerinden hesaplarsak- 0,45 metrekare olarak karşımıza çıkmaktadır. Yapımının büyük bir tartışma konusunu olmasındaki en büyük temel ise denize dolgu yapılarak var edilmesidir. 673 bin metrekarelik alanın 518 bin metrekaresi deniz doldurularak inşa edilmiştir. Bu da ekolojik sorunların doğabileceği yönünde birçok endişeye sebep olmuştur.

Bir diğer tartışma konusu da elbette güvenlik üzerine olmuştur. Denizi doldurmanın deprem gibi doğal felaketlere ne denli hazırlıklı olacağı bilgisi kestirilemediğinden endişelere yol açmıştır. Çevresel sorunlar, dayanıklılık gibi konular kadar olmasa da betonsallığından ötürü çirkin görünmesi de yine birçok vatandaşın eleştirdiği bir nokta olmuştur.

Tüm bu eleştirilere rağmen Yenikapı Miting Alanı'nın inşaatına 2012 tarihinde başlandı. Bu bilgiyi 21 Haziran 2012 tarihli Habertürk'ün haberinden alıyoruz. Habertürk'ün belirttiğine göre planın ve projenin yürütüldüğü, İstanbul'a yeni bir meydan yapıldığı ve 1 milyon kişilik kapasitede olacağı yönünde. Fakat konumuza da değinen altın vuruş son paragrafta gizli.

...Açıklamada, şöyle denildi: 
''Türkiye'nin en büyük ve en yoğun metropolü ve dünya kenti konumunda olan İstanbul'un merkezine yakın, ulaşım bağlantıları çok yönlü ve güçlü olan, farklı ulaşım imkanları ile toplanma ve dağılmanın hızlı ve konforlu bir şekilde gerçekleştirilebileceği alanda yapılması tasarlanan resmi kutlamalar, miting ve gösterilere aynı zaman diliminde yoğun olarak katılacak kullanıcıların fonksiyonel ihtiyaçlarına cevap verebilecek...ve 1 milyon 250 bin kişinin aynı anda toplanabileceği bir yer olarak Yenikapı'da bulunan proje alanı 'İstanbul Metropolü Miting ve Gösteri Alanı' olarak belirlenmiştir.''

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mekansal Planlama Genel Müdürlüğü'nce onay verilmeden önce yapılan açıklamaya bakılacak olursa, halihazırda Yenikapı ulaşım bağlantılarını kaliteli ve çeşitli olarak tanımlamış. Yani ekibe göre, orada bir meydan olmasının sebebi rahat ulaşımı olmasına temellenmiş durumda. "Metrolar Bakımından Yenikapı" bölümünde metrolara uzun uzun değinileceği için otobüsler üzerinden bir istişare yapmamız gerekli.

Yenikapı Marmaray ve Yenikapı Miting Alanı duraklarından geçen 22 otobüs gözüküyor. Bunlar; 146T, 30D, 31, 31Y, 336Y, 33E, 36Y, 39, 39D, 39K, 41Y, 69A, 70FY, 70KY, 71AT, 72YT, 76A, 77, 88A, MR35, MR5 ve YT-1 olarak karşımıza çıkıyor. Otobüs hatlarının açılış tarihlerini bulamadığım için ben de Ekşi Sözlük'e girilen ilk entry'leri baz aldım. Elbette girilen entry'den önce de bu otobüsler var olabilir fakat yine de ulaşılabilen en kesin bilgiler bunlar. Öncelikle, içlerinden sadece 12 tanesinin entry'leri girilmiş durumdaydı. 2002, 2003, 2004, 2005, 2008, 2010, 2011, 2014 senelerinde girilen entry'lerden de anlaşılıyor ki Yenikapı'ya gitmek elbete imkansız değildi. Fakat miting alanının ya da Marmaray'ın da çok büyük etkisi olmuş durumda.

Ekşi üzerinde 28 Nisan 2013 tarihinde iwillshowyouwhatitmeans isimli bir yazar (ya da sözlükçe suser) attığı entry sayesinde bizlere Yenikapı Miting Alanı'nın inşaat süreci hakkında bilgi veriyor. "Geçtiğimiz haftalarda denizi doldurmak üzere dalgakıranların yapımına başlanmış." ibaresiyle hem daha çok işinin olduğunu vurgulamış oluyor hem de 2013 tarihinde aktif olarak Yenikapı Miting Alanı ile uğraşıldığını gözler önüne seriyor.

27 Eylül 2013 tarihli Milliyet'in haberine göre ise Yenikapı Miting Alanı inşaatının %95'ı bitirilmiş durumda. Hatta, "İşte yeni miting alanı" şeklinde cesur bir başlık atılmış. Haberin içinde son rötuş, son viraj ibareleri sık sık yinelenmiş. Ayrıca ekolojik dengeyi bozacak iddialarını dindirebilmek adına İleri Biyolojik Artıma Tesisi kurulacağı da belirtilmiş. 2014 yerel seçimine yetiştirilmesi için canla başla çalıştığını söyleyen ekip, peyzaj çalışmalarına da start vermiş.

Haber doğru olmuş olacak ki 2014 yılına geldiğimizde ise, Erdoğan siftahı 30 Mart 2014'teki yerel seçimler için gerçekleştirmiş olduğu 23 Mart 2014 mitingiyle yapmış oldu. Uzun lafın kısası Yenikapı Miting Alanı fikri 2012'de ortaya atılmış, en derin çalışmalarını 2013'te görmüş, tam tarih olarak 23 Mart 2014'te de açılmış.

Tam bu konu hakkında kesin kanıya varırken bizden gözlerimiz 20 Haziran 2012 tarihili CNN Türk haberine çeviriliyor. Haberde belirtilene göre, "Projenin bir amacı da kısa zamanda miting alanına ulaşımın sağlanması." Şimdi işte burada iş, metrolara kalıyor.

Metrolar Bakımından Yenikapı

Türkiye'de beş şehirde metro bulunuyor. Adana, Ankara, Bursa, İstanbul ve İzmir. İstanbul, Türkiye'nin en kalabalık şehri olmasından ötürü birtakım cephelerden diğer illere göre daha gelişmiş olmak zorunda. Bunu da gördüğümüz en iyi yer ulaşım kısmı olmakta. İnşaatı süren metro hatları ve ihaleleri tamamlananlar hariç olmak üzere; M1A, M1B, M2, M3, M4, M5, M6 ile birlikte 6/7 metroya sahip. Üstüne tramvaylar, füniküler hatlar, teleferikler, Metrobüsler, Marmaraylar ve hiç şüphesiz otobüsler de eklenince devasa bir ulaşım ağıyla karşı karşıya kalıyoruz.

Konumuz Yenikapı ve metroları olduğu için sadece M1A, M1B, M2 ve Marmaray bilgileri paylaşılacak şekilde hazırlandı. Fakat yine de aktarma bilgileri verilmeden geçilmeyecek.
  • 2013 yılında açılan M3 Kirazlı-Olimpiyat-Başakşehir metro hattı, Kirazlı üzerinden M1B'ye aktarma yapabilir. M1B'in son durağı Yenikapı'ya ulaşmak mümkün.
  • 2012 yılında açılan M4 Kadıköy-Kartal-Tavşantepe metro hattı, Ayrılık Çeşmesi üzerinden Marmaray'a aktarma yapabilir. Marmaray ile Yenikapı'ya ulaşmak mümkün.
  • 2017 yılında açılan M5 Üsküdar-Yamanevler metro hattı, Üsküdar üzerinden Marmaray'a aktarma yapabilir. Marmaray ile Yenikapı'ya ulaşmak mümkün.
  • 2015 yılında açılan ve "Dünya'nın En Kısa Metrosu" ünvanına sahip olan M6 Levent-Boğaziçi Üniversitesi metro hattı, Levent üzerinden M2'ye aktarma yapabilir. M2'nin son durağı Yenikapı'ya ulaşmak mümkün.
Derinlemesine incelemeye başlamadan bile yukarıdan rahatlıkla görülebilir ki, İstanbul içerisinde bulunan bütün metrolar Yenikapı'ya ulaşmaları mümkün kılınmış. Buradaki kilit konu bu ulaşım, en az bugün ki kadar konforlu muydu yoksa bu konforu sağlayan Yenikapı Miting Alanı mı oldu?

M1A/M1B Yenikapı-Atatürk Havalimanı/Yenikapı-Kirazlı Metro Hatları

İstanbul'un ilk ve en eski metro hattı olan M1, kendi içerisinde M1A ve M1B olmak üzere ikiye ayrılmasıyla oldukça ilgi çekici bir metro hattı olarak karşımıza çıkıyor. 1989, 31 Ocak 1994 ve 7 Mart 1994 tarihlerinde üçerli etaplar olarak açılan M1 ya da günümüzün M1A'sı birçok kez uzatmalara ve ek istasyonların açılmasına da şahit olmuştur. Üçüncü etabın açılışıyla birlikte söz konusu metro hattı, Bakırköy-Aksaray (Emniyet-Fatih, Bayrampaşa, Kartaltepe-Kocatepe) arasında çalışıyordu.

1975 yılında Yenibosna'ya uzatıldı. İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığı döneminde Recep Tayyip Erdoğan, 26 Temmuz 1995 tarihinde M1'in Ataköy istasyonunu açtı. 1999'da ise Bahçelievler istasyonu açılarak, M1 metro hattı adına 20. yüzyıla nokta kondu.

2002 yılında yani AK Parti yeni yeni var olmaya çalışırken ise metronun fuar alanı ve havalimanı uzatmaları gerçekleştirildi. Bu uzatma çalışmalarının da daha öncesinden planlandığını düşünürsek, havalimanı uzatmasının mevcut hükumet ile bir bağlantısı olmadığı aşikar olacaktır.

14 Haziran 2013 tarihinde Otogar-Kirazlı arası uzatılarak M1B hattı var edildi. Yenikapı-Kirazlı olarak anılan yeni yan dal metro hattının son durağı Yenikapı olmasında rağmen M1A'nın son durağı Aksaray olduğundan aktarmalar Yenikapı üzerinden değil Aksaray'dan yapılıyordu.

9 Kasım 2014 tarihinde eski İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı Kadir Topbaş'ın da katılımıyla birlikte Yenikapı istasyonu açılmış oldu. Artık M1A, M1B, Marmaray ve M2 birbirlerine tam anlamıyla bağlanmıştı. Bu kapsamda, yapılan ilk mitingin 23 Mart 2014'te, yerel seçimlerin de 30 Mart 2014'te olduğunu düşünürsek Yenikapı istasyonunun günümüzdeki anlamıyla kullanılmaya başlanması, miting ve seçimlerden sonraya kalmış demektir.

M2 Hacıosman-Yenikapı Metro Hattı

M2 metro hattı, metrolar içerisinde en çok yolcu taşıyan metro hattı olarak karşımıza çıkıyor. İstasyonların nerede olduğuna bakacak olursak bu pek de şaşılacak bir bilgi olmayacaktır. Şişli-Mecidiyeköy, Levent gibi istasyonlarını bir kenara bırakacak olursak İstanbul ve İstanbul Teknik üniversitelerini içeren bir hat olması bile onu, öğrencilerin göz bebeği haline getiriyor.

Yapımı oldukça uzun ve aşamalı süren bir metro hattı olarak karşımıza çıkan M2'nin ilk etabı sadece Taksim-Levent arasını içeren oldukça kısa bir alanı kapsıyor. 19 Ağustos 1992 senesinde temel atılma çalışmaları yapıldı. Taksim-Şişli arası tünel, Haziran 1994; Şişli-4. Levent arası tünel, Temmuz 1994'te birbirlerine bağlandı. Taksim-4. Levent'in birbirlerine bağlanması 1995'i buldu. 25 Mart 1999'da ise deneme seferleri başlamış oldu.

16 Eylül 2000 tarihinde 1. etap Taksim-Levent açıldı. Akabinde 1 ay sonra 4. Levent eklendi. 2. etap, Atatürk Oto Sanayi, İTÜ-Ayazağa için tasarlandı ve 31 Ocak 2008 tarihinde uzatmaları yapıldı. Nisan 2011 tarihinde ise Hacıosman istasyonu açıldı.

3. ve en kritik uzatma Yenikapı yönüne doğru yaşanan gelişmeler üzerine kurulu. Çünkü açılış tarihleri, bizlere "Yenikapı için acele edildiği" bilgisini çok rahat bir şekilde vermiş durumda. Hacıosman'dan Yenikapı yönüne doğru giderken ...Taksim-Şişhane-Haliç-Vezneciler/İstanbul Üniversitesi-Yenikapı istasyon sıralamasına tanık oluyoruz. Fakat 15 Şubat 2014 tarihinde Yenikapı istasyonu açılmasına rağmen Vezneciler/İstanbul Üniversitesi istasyonun açılması 16 Mart 2014'ü buluyor.

Yenikapı istasyonu son durak olmasına rağmen, Vezneciler istasyonundan daha erken açılmasıyla dikkatleri üzerine çekiyor. Yenikapı için bir hazırlık olduğunu resmen kanıtlıyor ve ana sorumuz için bize gerekli olan çinkolardan birini vermeyi başarıyor. Üstelik ilk mitingten ve yerel seçimden sadece 1 ay önce hazır olması da haneye artı katacak ayrı bir nokta olarak karşımıza çıkıyor.

Marmaray

İşler Marmaray'a geldiği zaman gerçekten Arap saçına dönüyor. Bunun birkaç nedeni var. Öncelikle diğerleri gibi bulunan metro hatlarının uzatılması söz konusu değil, sıfırdan yapılan bir tünel ve demiryolu söz konusu. İkinci olarak işletmesi İETT ya da eski adıyla Ulaşım A.Ş yeni adıyla Metro A.Ş'de değil direkt Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları'na bağlı. Bakanlığın doğrudan ilgilendiği, maliyetli ve gerçekten çok uzun süren bir proje. Ayrıca Marmaray bir metro değil, banliyö treni.

Marmaray, bahsi geçen diğer metro hatlarına nazaran öne çıktığı özellikle parlamaya çalışmasıyla da resmen hakkında bilgi almak isteyenleri zor duruma düşürüyor. Denizin altından geçen bir derin batma tüp tünel (ki bu Dünya'nın en derinidir) sayesinde Avrupa ve Asya yakasını birbirine bağlıyor. İşte tam da bu nedenden ötürü spesifik olarak bir istasyon hakkında bilgi toplamak istediğiniz zaman bu çoğunlukla Sirkeci ve Üsküdar için geçerli oluyor. Fakat biraz araştırmanın çözemeyeceği hiçbir sorun yok.

Binali Yıldırım'ın TRT Haber'de vermiş olduğu bir demeçte Marmaray'ı duyurmasıyla birlikte bunun asırlar öncesinden gelen bir hayal olduğunu belirtti. Bildirilenlere göre Sultan Abdülmecid, 1860 yılında bu projeyi dile getirmiş. Evet, bilgi doğru. Hatta Fransız mühendis S. Preault ile birlikte çalışılmış. Üstelik çizimler dahi yapılmış. Fakat Yenikapı ile alakalı bir bilgi o dönem için bulunmuyor. Sadece Sirkeci-Üsküdar arası gömme tünel ve demiryolu olarak ilkel bir tasarıma sahip.

Dünya Bülteni'nin 5 Ağustos 2013 tarihli haberine göre Tünel-i Bahri adı uygun görülen bu proje; siyasi vakalar ve ekonomik nedenlerden gerçekleşememiş. Bu proje üstünde birkaç kişi daha çalışmış çalışmasına ama yine ana amaç iki yakayı birbirlerine bağlamak olduğundan Yenikapı'yı dahil etmemişler.

Yapılan ilk fizibite edütü 1985 yılında gerçekleşmiş olsa da, Marmaray ana amacından sapmayıp sadece Sirkeci-Üsküdar arasında incelemelere tabi tutuldu. 2002'ye kadar birtakım teklifler ve imzaların ardından yine 2003'te edüt çalışmalarına maruz kaldı. RayHaber'in 23 Ocak 2012 tarihindeki haberine göre Binali Yıldırım, bakanlık olarak 2003 yılından beri bu proje için çalıştıklarını ve 2013'ün sonlarında İstanbulluların Marmaray'a kavuşacağının müjdesini verdi.

Peki ya Marmaray neden bu kadar gecikti? Çünkü geçtiği istasyonlarca çok derinde bulunduğundan arkeolojik birçok kalıntının bulunmasıyla birlikte yepyeni bir çalışma sayfası açmış oldu. 28 Ekim 2016 tarihili Erman Ertuğrul'un yazısı bize hem bu çalışmalar hakkında, hem de üzerinde kafa patlattığımız soruyla ilgili olarak muhteşem bilgiler veriyor. Yazıda belirtilene göre 2004 yılında yapılan arkeolojik çalışmalar içerisinde Yenikapı da var. Üstelik sadece bu da değil. 1 Kasım 2013 tarihli yapi.com.tr'nin haberi de bunu destekler nitelikte.

Yani Marmaray'ın Yenikapı'dan geçmesi fikri 2004'ten beri var olan bir atılım. Bu Yenikapı Miting Alanı'nın inşaatından da, metroların uzatılmasından da oldukça önce yapılmış bir hamle. İşte bununla birlikte "Konumu Bakımından Yenikapı" bölümünde öğreneceğimiz bilgiler şu zamana kadar kafa patlattığımız sorunun sorulmasına değer kılacağını gösterir nitelikte olacak.

9 Mayıs 2004'te inşaatı başlayan Marmaray, arkeolojik çalışmaların ister istemez yavaşlatmasıyla birlikte 29 Ekim 2013'te bitirildi. Bu vakit de aynı şekilde, Yenikapı Miting Alanı'nın inşaatından da, metroların uzatılmasından da oldukça öncesini kapsamakta. Üstelik NTV'nin 28 Ekim 2013'te Binali Yıldırım'la Yenikapı'da yapmış olduğu röportaj resmen altın vuruş olarak karşımıza çıkıyor.

- Maliyeti nedir? Birde burası yapılırken neden Beşiktaş’tan yapılmadı diyenler olabilir?
Tabi jeolojik yapı, boğazın derinliği, İstanbul’daki seyahat güzergahları bütün bunlar detaylarıyla ele alınıp düşünüldü. Yarın açılışını yapacağımız kısmın yaklaşık maliyeti 5 buçuk milyar TL. Ama bunun üzerinde tabi banliyö hatlarının iyileştirilmesi var...

- Tamamen entegrasyonu diğer ulaşımlarla sağlanmış durumda mı?
Bu proje ile birlikte Kartal’dan binen Ayrılıkçeşme’de inebiliyor, Marmaray’a binip Üsküdar’a, Sirkeci’ye, Yenikapı’ya gelebiliyor. Yenikapı’dan Bağcılar’a raylı sistemle geçebiliyor veya Beyazıt’tan Kabataş’a finükülerle Taksim’e gidebiliyor. Ama yılbaşından sonra bu Yenikapı istasyonundan Yenikapı, Şişhane, Taksim, Levent, Maslak metrosuna geçiş sağlanabiliyor. Dolayısıyla Marmaray, İstanbul’un toplu ulaşımında raylı sistemde ana omurgayı oluşturuyor.

Uzun lafın kısası Binalı Yıldırım, M2 metro hattı için yılbaşından sonrasını işaret ediyor (nitekim Yenikapı uzatmasının Şubat'ta olduğunu görmüştük) fakat M1 hakkında kesin bir bilgi veremiyor. T1 Kabataş-Bağcılar tramvay ve F1 Kabataş-Taksim finüküler hatlarından da bahsetmeden edemiyor. Ayrıca Marmaray'ın istasyonlarından birinin Beşiktaş'ta değil de Yenikapı'da olması yerin yapısına bağlansa da oraya olan ulaşımında bu kararı vermede büyük rol oynadığını görüyoruz. Bir diğer deyişle Binalı Yıldırım ve ekibi, Yenikapı'ya ulaşımı çeşitli ve kolay görmekte. Bu da Yenikapı Miting Alanı'nın neden Yenikapı'da seçildiğine dair bir ipucu veriyor.

Demek ki Yenikapı'ya ulaşmak en azından devlet erbaplarına göre rahat, kolay, konforlu ve çeşitli. Peki ya İstanbulular bu işe ne diyor? Bundan daha da önemli bir soruyu atlamış olabilirim sanırım, Yenikapı nerede?

Konumu Bakımından Yenikapı

Yenikapı, Fatih içerisinde bulunan bir semt. Fatih'in bir diğer semtleri olan Aksaray'a ve Samatya'ya komşu. Beyazıt, Laleli civarlarına yakınlığıyla bilinse de otoyol üzerinden Sultanahmet, Eminönü, Beyoğlu (Taksim) ve Vezneciler'e de ziyadesiyle yakın ve ulaşımları mümkün. Taksim'e yakın olmak demek, ister istemez Kabataş'a, Beşiktaş'a ve Şişli'ye de yakın olmak anlamına geliyor.

Eminönü, Fatih'e bağlı bir semt değil ayrı bir ilçeyken İstanbul şehir merkezi olarak kabul ediliyordu. Asya yakası ise bu yüzden "karşı yaka"ydı. Eminönü, Fatih'e dahil edildikten sonra Fatih ilçesi içerisinde bulundurduğu valilikle, İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlık binasıyla birlikte şehir merkezi olma görevini üstlendi. Bu da Yenikapı'yı ister istemez, İstanbul şehir merkezinin bir parçası olarak kılıyor.

Şu an her ne kadar şehir merkezinin bir parçası da olsa, doğrudan 3 trenle bağlantısı olsa da, 20'den fazla otobüse ev sahipliği yapsa da, İstanbul'un en çok kullanılan raylı sistemi olan T1 Kabataş-Bağcılar tramvay hattına yürüme mesafesi kadar bir yakınlıkta da olsa Yenikapı Miting Alanı'nın duyurulması ve yapımı esnasında insanlar, Yenikapı'nın pek de iyi bir yer olmadığını savunmuşlar.

Ekşi Sözlük'te, 21 Haziran 2012 tarihinde fizico isimli bir yazarın yazmış olduğu entry, bu konu hakkında ne kadar keskin düşündüğünü gösteriyor. "Yenikapı gibi şehir dinamiğinin dışında sosyal olmayan bir alanı bu iş için ayırmak ahmaklık." demesinden de anlayabiliyoruz ki, o dönem içerisinde Yenikapı, pek de rağbet göremeyen (en azından sosyallik açısından gençlerce ya da muhaliflerce) bir yer. Fakat yöneltilen eleştiriler sadece bununla sınırlı değil.

Ekşi Sözlük içerisindeki farklı bir yazar, olaya tanımlar cinsinden yaklaşarak yorumunu katmış. 21 Haziran 2012 tarihinde geyikli baba isimli yazara göre; Yenikapı, "meydan" tanımına uymamakta. geyikli baba'ya göre meydan, bir nevi kavşaktır ama daha geniş bir kavşaktır. "Meydan kavramının en önemli özelliği farklı yönlerden gelen yolların kesim noktası olmasıdır." diyerek Taksim meydanının bunun için en iyi örnek olacağını savunmuş. Nitekim haklı çünkü Taksim meydanı; Kabataş, Beşiktaş, Şişli, Haliç, Kasımpaşa, Şişhane ve daha pek çok farklı yönlerden gelen yolların kesim noktasıdır. Fakat Yenikapı'da Taksim kadar olmasa da çeşitli yönlerden gelinebilmesi mümkün bir yerdir. Ne de olsa Yenikapı, İstanbul şehir merkezinin içerisinde bulunduğu bir semt. "Tarihi yarımada" kapsamında kendine yer bulmayı başarmış bir yer.

Biraz da ideolojik olarak düşünmemiz gerekise AK Parti'nin, ismi Fatih olan bu ilçe için birtakım çalışmalar yapması oldukça normal gelecektir. Suriçi'yle, Edirnekapı'sıyla, Topkapı'sıyla, Eminönü'yle birlikte incelendiği zaman ulaşımların raylı sistemli ya da otobüslü bir şekilde oraya aktığını görmek mümkün. Verilebilecek en iyi örnek Topkapı. Benim bile kullandığım 36ES, 41AT gibi otobüsleri bir kenara bırakın; T1 Kabataş-Bağcılar, T4 Topkapı-Mescid-i Selam, Metrobüs tek bir yerde toplanmış durumda. (M1'in Topkapı-Ulubatlı'sı Vatan'a daha yakın olduğu için dahil edilmemiştir.)

Yenikapı, turistik bir yer sayılmayabilir fakat civar esnafın toptan satışlarının büyük bir alıcısı yabancı kökenli (eskiden Rus, şimdi Arap) olduğundan hem farklı dillerde tabelalar hem de farklı etnik kökende insan görmeniz oldukça olası. Daha önce İstanbul'da bulunmamış biri için metrolar çok iyi bir ulaşım yoludur çünkü sürpriz yapmaz. İndireceği yer bellidir, hareket saatti bellidir, dolandırmaz ve en kısa sürede oraya vardırır.

Yenikapı'nın denize kıyısı var. Bu sebepten ötürü İDO başta olmak üzere birçok deniz otobüsüne ev sahipliği yapıyor. Örnek vermek gerekirse Balıkesir'e bağlı Marmara Takımadaların en meşhur üyesi Avşa Adasına seferler Yenikapı üzerinden yapılmakta. Genellikle tatil yolcularını taşıyan Avşa Adasının deniz otobüsleri, sadece oraya değil; Bursa, Yalova, Bandırma, Armutlu gibi kritik noktalara da yolcu gönderebiliyor ve en önemlisi yolcu ağırlayabiliyor. Bu da civar ilçelerden deniz yolunu kullanarak gelebilecek AK Parti'li seçmenleri var ederek daha kalabalık bir miting alanı, daha kalabalık bir miting alanı da rakiplere verilebilecek bir göz dağı olarak pek tabii yorumlanabilir.

Yenikapı, İstanbul'un en orta noktası değil belki kabul fakat Zeytinburnu, Ataköy, Yenibosna, Avcılar, Beylikdüzü, Avnavutköy, Kemerburgaz, Göktürk ilçeleri kadar uzak bir noktada bulunmuyor. Komşu semtleri ve ilçeleri oldukça canlı ve İstanbul'un en kritik yerlerini içeriyor. Bırakın kara ve demiryolunu, deniz üzerinden bile gelinmesi mümkün. Peki ya sevgili NTV muhabirinin sormuş olduğu sorunun bir benzerini bizde soralım, "Politik ve ideolojik sebepler hariç olmak üzere Yenikapı Miting Alanı, neden Beşiktaş'ta değil de Yenikapı'da?"

Son Karar: Yenikapı'ya Ulaşım Kolay Olduğu İçin Mi, Miting Alanı Orada Olduğu İçin Mi?

Söz konusu siyasi partinin hangi zaman aralığında güçlendiğini, miting alanının neden yapıldığını, çevresinde neler olduğunu ve nerede olduğunu sırasıyla tanımış olduk. Artık yazının başında sorduğumuz soruya cevap verebilecek kıvama gelmiş sayılırız. Elimizde bulunan bilgilere hiçbir yorum katmadan, doğrudan incelediğimiz takdirde ilk mitingin yapıldığı tarih olan 23 Mart 2014'ten sadece 1 ay önce erken açılan M2 Yenikapı uzatması ve 8 ay sonra açılan M1 Yenikapı uzatması "Miting alanı orada olduğu için ulaşım kolay." düşüncesini doğrular nitelikte.

Fakat, Yenikapı Miting Alanı'nından önce kullanılan Kazlıçeşme Miting Alanı, Marmaray'a istasyonu olsa bile kalıcı olarak kapatılıp taşınmış durumda. Eğer, "Miting alanı orada olduğu için ulaşım kolay." üzerinden gidiyorsak, bu durumda Yenikapı'ya yeni bir tane miting alanı yapılması yerine Kazlıçeşme'ye ulaşımlar kolaylaştırılabilirdi. Aklıma gelen ilk örnek, M1'deki Zeytinburnu istasyonu içerisinden bir mekik işletmesi yapılabilirdi. T1 tramvay hattı, Kazlıçeşme'ye uğrayacak şekilde T1A, T1B şeklinde bölünebilirdi. Ya da ihalesi tamamlanmış olan Kazlıçeşme-Gaziosmanpaşa-Kadıköy metrosuna (2. Marmaray olarak da geçmekte) yoğunluk verilebilirdi.

Yenikapı gerçekten de bir kümenin kesişim elemanı gibi. Beyoğlu (Taksim-Şişhane) ile Fatih (Aksaray) birer küme iseler, tam ortalarında Yenikapı olurdu eminim. Bu da Yenikapı'nın hem içeriden, hem dışarıdan ulaşabilme potansiyelinin var olmasına fakat metro uzatmalarının var olmaması durumda bu potansiyelin kullanılamaması anlamında gelmekte. Üstelik daha karadan gelen otobüsleri ve denizden gelen (üstelik civar ilçelerden) kişileri işin içine katmadık. M1'in son durağı Aksaray, M2'nin son durağı Taksim iken ve üstelik birbirlerine Yenikapı üzerinden bu kadar yakınlarken metrolarının bağlanmaması düşünülemezdi bile.

Marmaray başlı başına bir husus. 2004 tarihinde, bir diğer değişle Yenikapı Miting Alanı fikri ortalıkta yokken bile bir istasyon olacağını yapılan kazı çalışmaları sayesinde öğrenmiştik. Üstelik Yenikapı sadece ulaşımının çeşitliliği sayesinde de değil, yer şekillerince de Marmaray için oldukça uygundu.

Kazlıçeşme, ulaşımı konusunda sıkıntılı bir yer olsa da miting gibi büyük kapasiteli etkinlikler yüzünden şehir (trafikle) en az etkilenecek şekilde bir tez; Beşiktaş, ulaşım konusunda acayip rahat bir yer olsa da miting gibi büyük kapasiteli etkinlikler yüzünden şehir çok fazla etkilenecek (Vodafone arenada oynanan Beşiktaş maçları buna örnek verilebilir) şekilde bir anti-tezdi. Bu durumda Yenikapı ise bir sentez olacaktır. Ne Kazlıçeşme kadar ulaşımı zahmetli, ne de Beşiktaş kadar şehrin yaşan kısmında olduğu için şehri kötü etkileyecek kadar sıkıntı çıkarıcı bir yer arayışı, okları halihazırda Marmaray istasyonu inşaatı devam eden Yenikapı'ya çevirdi.

Aslında "Ulaşım kolay olduğu için miting alanı orada." ya da "Miting alanı orada olduğu için ulaşım kolay." denmeyebilir. Yenikapı, Yenikapı'da olduğu için bir diğer değişle bu işi yapabilecek en iyi yerde olduğu için Yenikapı Miting Alanı, Yenikapı'da bulunmakta. Fakat tatmin edici kesin ve keskin bir cevap vermemiz gerektiğinden ötürü; Yenikapı'nın konumu, Marmaray için yapılan çalışmalar ve açıklamalar, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mekansal Planlama Genel Müdürlüğü'nün yaptığı açıklama, eski otobüs hatlarıyla durakları, deniz otobüsleriyle çevre illerden yolcu alabilmesi sayesinde anlayabiliyoruz ki; "Yenikapı'ya ulaşım kolay/çeşitli olduğu için mevcut hükumet miting alanını oraya uygun gördü."

Yenikapı semti öylesine uygundu ki, deniz doldurularak alan var edildi. Eminönü'nde böyle bir şeyin olduğunu hayal edin, İstanbul için buyurun cenaze namazına. Aynı şeyi bir de Tuzla için düşünelim, sinek avlıyor miting alanı kimseler gelmemiş. "Miting alanı nerede olursa olsun partinin seçmeni zaten mitingine gitmek istediği zaman gidiyor, bunun için konum o kadar da mühim değil." diyebilirsiniz fakat size pek hak veremem. Alanların aldığı kişi sayısını bir kenara bırakacak olursak, çevredeki dağınıklığın tek ve ortalama bir noktaya toparlamak her zaman için daha kolay olmuştur.

Evet sevgili okur, seninle birlikte yazması da okuması da yoğun fakat eğlencelik bir yazının sonuna geldik. Burada kadar okudun mu bilmiyorum ama "Neden aklına böyle bir şey takıldı da, araştırmaya değer bulup yazısını yazdın?" diye aklına takılmış olabilir. Çok normal. Öncelikle, çünkü canım istedi. En büyük sebebi bu zaten. İkincisi bir şeyi merak edip araştırmak hiçbir zaman utanılacak bir şey olmadı. Üçüncüsü de ben bir inşaat mühendisi öğrencisiyim. Çevremdeki yapılara ve özellikle ustalaşmak istediğim ulaşım alanına eleştirel gözle yaklamaşmaya ve kaliteli/başarılı bir mühendis olmaya çalışıyorum.

Kendine çok iyi bakmayı ihmal etme! Kaynakça aşağıda olacak. Merak et ve araştır. Araştır ve yaz! Asla "Ulan bu ne kadar saçma şey." deme. Bak, ilk bakışta cevabı belli gibi gözüken bir sorunun cevabı aslında öyle değilmiş.

Kaynakça

  • 140journos 22 Mayıs 2016 yazısı, link
  • Milliyet 27 Eylül 2013 haberi, link
  • Habertürk 21 Haziran 2012 haberi, link
  • Ekşi 23 Mart 2014 enrty'si, link
  • Ekşi 21 Haziran 2012 entry'si, link
  • Ekşi 28 Nisan 2013 entry'si, link
  • CNN Türk 20 Haziran 2012 haberi, link
  • RayHaber 23 Ocak 2012 haberi, link
  • Dünya Bülteni 5 Ağustos 2013 haberi, link
  • Akreofili 28 Ekim 2016 yazısı, link
  • NTV 28 Ekim 2013 haberi/ropörtajı, link
  • Binali Yıldırım 29 Ekim 2013 Marmaray açılış konuşması, link
  • Google Maps, link
  • Metro İstanbul hat detayları sırasıyla M1A, M1B, M2: link - link - link
  • NTV Referandum 2017 sonuçları, link
  • Hürriyet Genel Seçim/Cumhurbaşkan 2018 sonuçları, link

17 Ağustos 2018 Cuma

René Descartes'a Göre Aşk

"Sevdik, sevdalandık. Kördüğümle bağlandık; böyle ayrı gayrı olmaz, olmaz!"

MER-HA-BA sevgili okur. Nasılsın? Tamam çok uzun tutmak istemiyorum girişi. Şu an aklından, "Yok artık İgnis, bu kadar kısa süreyle iki tane yazı yayımladın. Neler oluyor yahu?!" diye geçiyor olabilirsin. Haklısın, fakat "Kimse Babanızın Hayrına Bir Şey Yapmıyor" yazımın başında da belirttiğim gibi yaptığım hiçbir şey bana keyif vermemeye başladı. Şu an için kimseyle konuşmuyor, doğru düzgün oyun oynamıyor, dizi/film izlemiyorum. Müzik ve podcast dinlemekle birlikte eğlenebildiğim bu dönemde, düşünmek için bol bol vaktim oluyor anlayacağınız.

Müzik dinlerken bir şeyler hakkında kafa patlatmaya bayılırım. Öyle ki hayatta en çok haz aldığım şeylerden biri Kabataş-Beşiktaş arası o mükemmel yolda Sattas'tan Bir Ben Miyim dinleyerek düşüncelere dalmak. Otobüsün en ön koltuğunda da oturdum mu, değmeyin keyfime! Ardından Levent'e peşinden de 4. Levent'e doğru ilerlerken insanlığın gelişimine hayran kalmak, kulağımda da müziğimle birlikte bunu pekiştirmek gerçekten de harika hisler.

Şu an deli ya da manyak olduğumu düşünüyor olabilirsin fakat insan ontolojisinin düalist olduğuna inanan biri olarak bu tip etkinlikler ruhumu doyuruyor gibi geliyor. Gerçi benim ontolojimde zeka ve ruh birbirinden ayrılıyor fakat konumuz bu değil. Hazır düalizm demişken sahneye felsefe tarihinin en önemli isimlerinden birini alalım; Descartes!

Yazıya girişmeden önce şunda bir anlaşalım sevgili okur. Descartes diye yazılır, Dekart diye okunur. O yüzden filozofumuzun ismine ek getirdiğim zaman yazılışına göre değil okunuşuna göre ek getireceğim; Descartes'ın, Descartes'a, Descartes'ı gibi. Fakat senin Decartes-Dekart meselesine girişmeyecek kadar cahil cüheyla olmadığını biliyorum, sadece belirtmek istedim.

Aşk Metafiziği Varsa Felsefesi de Vardır ismindeki eserimden iki adet bölüm paylaşmıştım bile. Bunlardan biri Platon'a Göre Aşk (belirtmeden edemeyeceğim 144 okunma sayısıyla hala en çok okunan yazım) bir diğeri de Reddedilmek, Aldatılmak ve Terk Edilmenin Benzer ve Farklı Yönleri olmuştu. Kitaba ismini veren Schopenhauer hakkında da yazdım fakat paylaşmadım. Bu üç bölümün ortak özellikleri kitabın içerisinde varlardı, yazılmıştı ve ben doğrudan çalışmamın içinden kopyalayıp yapıştırmıştım. Descartes'a Göre Aşk bölümünde ise öncelikle buraya yazacağım sonradan kitaba ekleyeceğim. Bunu belirtmek istedim çünkü kopuk gelmesini istemedim.

Descartes, ahlak ve varlık felsefeleri adına gerçekten de önemli çalışmalara imza atmış bir filozoftur. Onun aşka dair olan düşüncelerini daha iyi anlamak için öncelikle aşkı tadan canlı olan insanı nasıl tanımladığını incelemek kesin suretle gereklidir. Çok yüzeysel anlatmak gerekirse insan, varlığını iki şeye borçludur. Beden ve ruh. Bunlardan herhangi biri eksikse bile insanın var olmasından söz edilemez. Bedensiz ruh da, Ruhsuz beden de insan olamaz. İşte varlığın koşulu da iki şarta bağlandığı için kurmuş olduğu bu felsefik akıma ikicilik veya düalizm denir. Araya eğlencelik bir bilgi sıkıştırmak isterim; Latincede iki, di; Farsçada ise iki dü anlamlarına gelir. Tavladan çok iyi bildiğin Dü-Şeş, İki (adet) Altı demektir.

Düalizmin en kilit noktalarından biri, ortaya atılan iki unsurun birbirleriyle çoğunlukla zıt olduğu gerçeğidir. Descartes'ın izlediği ontolojik temellendirmede de bu görmek oldukça mümkündür. En yüzeysel şekliyle beden somutluğu temsil ederken, ruh soyutluğu temsil eder. Durum bu şekilde olunca düalist ontolojik fikirler, teoloji cephesinin de çalışma konusu haline gelir ve desteklenir. Ne de olsa Descartes aynı zamanda başarılı bir matematikçi ve din adamıdır.

Beden, maddesel olarak var olmamızı sağlayan bir araçtır. Çok detaylı ve derin değildir fakat olmazsa da olmazdır. Gayet ilkel denebilir ve insanın maddi temel ihtiyaçları buradan kaynaklanır. Çok yüzeysel olarak düşünülürse Freud'un yaptığı id tanımı, beden için oldukça uygundur. Hayvansıdır, ihtiyaçlar doğrultusunda hareket eder.

Ruh, manevi olarak var olmamızı sağlayan bir araçtır. Detaylıdır, derindir ve Tanrı'nın üflediğidir. Aynı şekilde incelendiği zaman çok yüzeysel olarak, Freud'un süper ego tanımı, ruh için oldukça uygundur. İyi-kötü burada ayrılır, suçluluk hissedilir, insanı frenler. Ayrıca Descartes, ruh hakkında şöyle bir yorumda bulunur; "İnsan ruhunun doğası hakkında edinebileceğimiz bütün bilgilerin kendilerine bağlı olduğu iki şey vardır. Bunlardan biri düşünmesi, diğeri de bir bedenle birleşmiş olması dolasıyla bedene etkisi ve bedenden etkilenmesidir."

Bence, Descartes'ın aşk üzerine olan düşünceleri "piyasadaki" birçok filozoftan çok daha başarılıdır. Hele ki Camus gibi yıkık varoluşçuların yanında resmen çölde sudur. Fakat bana ters düşen, ya da eleştirilmesi gereken yerler yok mudur? Olmaz olur mu; ne de olsa Descartes 1650'lerde yaşamış bir insanken ben 2018'de yaşıyorum. Sana daha önce de sık sık belirttiğim gibi; sen favori filozofundan çok daha başarılısın çünkü öğrenmek için ondan çok daha fazla imkanın var.

Descartes, Schopenhauer'a nazaran doğrudan bir "Aşk Üzerine Düşünceler, Cinsel Aşkın Metafiziği" gibi eser yazmak üzerine mektuplaşmalarında bu soruyu cevaplandırır. Say Yayınları'nın Ahlak Üzerine Mektuplar ismini verdiği kitapta Descartes, inzivaya çekildiği süre boyunca Prenses Elizabeth ile hayata dair resmen sohbet eder. Prenses Elizabeth, ontolojiye, hayata ve ahlaka dair bilgilerini pekiştirmek için Descartes ile iletişim içinde olur. Fakat onunla iletişim içinde olan tek kişi prenses değil. Büyükelçi Chanut, Descartes'a o sihirli soruyu sorar; "Aşk nedir?"

Descartes'a göre aşk ikiye ayrılır. Düşüncede ya da akla uygun olan aşk ile tutuklu aşk. İsimlerinden de anlaşıldığı gibi ilk aşk tipi daha rasyonel iken, ikinci aşk tipi daha duygusaldır. Nitekim Descartes da ikisinin arasında bir fark gördüğünü belirtir. Descartes, aşk tanımı yaparken öncelikle ruhu bedenden ayrı incelemeyi uygun görmüştür. İkinci hamlesinde de bedenle ruhu sentezler ve ardından aşkı yeniden tanımlar. Ruh bedenden ayrıyken aşk denen şey resmen kendine yakıştırmaktır. Ruh, iyiyi gördükten sonra kendisi için elverişli olduğuna karar verir ve iradesiyle ona katılır.

Bu konuda Descartes'a katılmamak neredeyse imkansızdır. Aslında bu söylemleri, "Güzel seven, güzel sever albayım." tarzı ahmak ahmak ergen edebiyatlarına çekilebilecek şekildedir fakat pek yanlış sayılmaz. Ahlaki olarak iyi bir insanın, kötü bir insana aşık olma ihtimali çok azdır. Bu öylesine ters görünür ki birinin kendisine eziyet çektiren birisine aşık olması durumu psikolojide sendromlar ile açıklanmak zorunda kalınır. İyi ruh, yanında iyi ruh ister çünkü kendisine iyi bir ruh yakıştırır.

Ruh bedenle birleştiği zaman işler daha karmaşık bir hâl alır. Çünkü ister istemez aşklar, yeni formlara geçiş yapmıştır. Duyum (sensuelle) veya duyu (sensitive) aşkı, beden üzerine dahil olmuş durumdadır. Bunların ne olduğunu da kaliteli bir şekilde örnekler. Diyelim ki boğazınız kurudu. Boğaz kurumasından gelen duyum, içme arzusunu oluşturan bir düşüncedir fakat o arzunun ta kendisi değildir.

İşte Descartes, aşk konusundaki üçlüğü potaya deliksiz tam da burada atar ve ayakta alkışlanır. Bunun ne kadar doğru olduğuna tartışmaya ihtiyaç duyduğumuzu düşünmüyorum. 2018 ilişkilerinin de en büyük sorunu aşk/aşık olduğunu sanma sorunudur. Birine aşık olma duyumunuz, onunla birlikte olma arzunuzu körüklüyor olabilir. Fakat biriyle birlikte olmanız ona aşık olduğunuz anlamına gelmemektedir. Peki ya sahi, aşk nasıl sahteden sıyrılabilir?

Gayet basit, ruhun aşkı ile bedenin aşkı bir sentezle iç içededir ve bir arada bulunur. Çünkü aralarında öyle bir bağ vardır ki, ruhun bir şeyin kendisine layık olduğuna karar vermesi, kalbin hemen aşk tutkusunu uyandıran  hareketlere hazırlar. Kalbin başka nedenlerle bu şekilde hazırlanması da, ruha, başka bir zaman eksikler görebileceği bu şeylerin sevimli yanları olduğunu düşündürtür. İşte gerçek aşk, tam olarak budur.

Hakiki aşk ile sahte aşkın birbirinden ayrılması konusunda Descartes'a tam olarak hak vermesem bile, kısmen katıldığımı belirtmek isterim. Onun belirtişinde ufak bir hata olduğunu düşünüyorum. Eksikliklerin sevimli yanlarının olduğunu düşündürmesinden ziyade çok basit bir şey için bile hayran kalmaktan bahsediyor olmalı. Eğer onu ima etmemişse bile, evet böyle. Gerçekten aşık olduğunuz kişi ne yaparsa yapsın onunla gurur duyduğunuz kişidir. İlginizin çekmediği bir kişi üç katlı integral alsın, size ne fakat aşık olduğunuz kişi üçle beşi toplasın, dünya üzerindeki en iyi matematikçi karşınızda!


Descartes aşk ile alakalı tespitlerini size bildirdiğim gibi yapıktan sonra biraz haddini aşıp dünyaya geldiğimizde ruhumuzla bedenimizin birleşmesindeki tutukların bir sıralamasını yapmış durumda. Descartes'e göre neşe, aşk, belki kin ve keder sıralamasıyla beden durumlarımız olur. Bu da okuyucunun aklına ister istemez, "Şimdi bir insan aşık olmadan önce neşeli mi olmalıdır?" sorusunu getirebilir. Yani uzun lafın kısası, aşık olmayı neşeli olma şartına bağlayabilir.

Aşktan sonra kin ve kederin olması pek imkansız değildir. Bunun üzerinde kafa patlatıp vakit kaybetmeyelim ama ben,"Aşık olmak için neşeli olmak gerekir." gibi bir şartın kesinlikle olmadığını düşünüyorum. Aksine, aşık olan kişinin daha neşeli olabileceğine inanıyorum. İlla ki başınıza gelmiştir, normalde hayatında nemrut suratlı olan biri, aşık olduğu zaman yüzünde güller açar, saçma saçma keyifli şarkılar mırıldanır, kuşların ötüşü bile farklı gelir. Hatta sık sık alışveriş yaptığınız bir yerde suratsız birinin birden bire güler yüzlü olmasıyla, günaydınlar/iyi günler savurmasıyla birlikte, "Lan acaba aşık mı oldu?" diye düşünmemiz de bunun en büyük kanıtlarından biri değil midir?

Büyükelçi Chanut, Descartes'a, "Aşkın mı yoksa kinin mi kötüye kullanılması daha kötüdür?" şekilde sorduğu bir soru var. Fakat mektupta da bu sorunun diğer sorulara nazaran biraz daha zor olduğunu itiraf eder. Bunu da diğer soruların neden sorulabildiğini bildiğini ama bu sorunun sorulma nedeninin ne olduğunu tam olarak kestiremediğine temellendirir. Nitekim pek haksız sayılmaz fakat sorulan soru bana göre hatalıdır.

Aşk, kin, kötü, iyi gibi kavramların soyut olduklarını belirtmeme gerek yok. Soyut kavramların karşılaştırılmasında herhangi bir ölçüt olduğunu düşünmüyorum. Daha kötü, daha iyi diye bir şeyin olması pek mümkün değil çünkü bunun için bir ölçü birimi kullanmamız imkansız. 1 kişinin ölmesi ile 100 kişinin ölmesi arasında daha kötü, daha iyi kıyaslaması yapılabilir mi? Bence hayır; 1 kişinin ölmesi de 100 kişinin ölmesi kadar trajiktir.

İncelemeye ve temellendirmeye başlamadan önce Descartes, kendince bir tanım ortaya atarak onun ışığında ilerlemek ister. Söylediği ise şu, "İki tutkudan biri bizi daha az erdemli kılarsa ya da hoşnutluğumuza daha fazla aykırı gelirse veya bizi kötülük yapmaya elverişli kılarsa, ona, ötekinden daha kötü deriz." Buraya kadar bir sorun yok elbette. Fakat artık bu saatten sonra şaşırmazsınız ki Descartes, bu sorunun cevabını bile iki aşamada verir.

İlk cephede bir kuşku duyduğunu belirtir. Çünkü iki duygunun tanımları gereği incelediği zaman bir tahlilde bulunur. Layık olmayana karşı beslediğimiz aşk, sevmemiz gereken birine duyduğumuz kinden daha kötü olduğunu düşünür. Bunu da, "Kötü olanı tercih etmek, iyi olanı geri çevirmekten daha kötüdür." düşüncesine temellendirir. Ardından tutarsızlığını fark eder bir biçimde, "Fakat aşkın tanımına baktığımda sevdiği şeyin iyiliğini ister. Bu da bizi kinden daha az ahlaksız yapar." notunu düşer.

İkinci cephesinde neredeyse emindir. Descartes'a göre kin, her zaman hüzün ve kederle birlikte bulunur. Bazıları başkalarına kötülük yapmaktan zevk duysa da bu duyulan zevki Şeytan'ın duyduğu zevkle hemen hemen aynı görür. Şeytan, insanların cehennemde acı çekmesinden ötürü Tanrı'dan intikam aldığı düşüncesiyle keyiflenir fakat aslında Tanrı'nın lanetine uğramaktan kurtulamamıştır. Kendi zamanına kadar insanların sevda ve aşktan ötürü canlarının çok yandığını belirten eserlerin var olduğunu belirtir ve ekler, "...eğer insanlar tattan çok acı duysalardı sevmekten doğal olarak vazgeçerlerdi sanırım. Aşka yüklenen acılara gelince, onlar da taşkın arzularla boş ümitler gibi aşkla birlikte oluşan diğer tutkulardan gelir."

Aşk felsefesine dair aşırı şık bir tespit. Boğaz kuruluğu-su içme arzusu örneği üzerinden gitmemiz gerekirse; insan boğazı kuruduğu için mi üzülür yoksa suyu içemediği için mi? Aşık olduğu için mi üzülür, ona kavuşamadığı için mi? Aşkını itiraf ettiği için mi acı çeker, reddedildiği için mi? Bu soruların cevapları aşikardır.

Kaçamak olmaktan kaçmak adına, "Aşkın mı yoksa kinin mi kötüye kullanılması daha kötüdür?" soruna kesinlikle bir cevap vermek istediğini belirttikten sonra, aşk olduğuna kanaat getirir. Çünkü Descartes'a göre aşk, kinden daha güçlüdür. Her ikisinin kaynağına bağlı olarak nefretin aşktan daha güçsüz olduğunu söyler.

Çünkü eğer gerçekten aşk duygularımız kalbimizin kendisine gereken gıdaları bolca almasından ve ilk nefret duygularımız da kalbe gelen zararlı gıdalardan kaynaklanıyorsa, sevdiğimiz zaman toplardamarların en saf kanı kalbe akar. Bu da beyne birçok hayvan ruhlarını gönderir. Dolayısıyla bu da bize daha çok güç ve yüreklilik verir. Nefret, safra acılığı ile dalak ekşiliğinin kana karışmasından ötürü bu tip ruhlar beyne fazla gelmez. Bu da daha soğuk ve çekingen olunmasına neden olur.

Aşkın, nefretten daha güçlü olduğu kısmında katılıyor olabilirsiniz fakat bunu temellendirirken ne kadar boş yaptığını söylememe gerek var mı? Her şeyden önce toplardamar mı? Oksijence fakir olan, pis kan mı bizi daha yürekli yapar? Safra acılığı, dalak ekşiliği ne alaka? Yani ya örnekleyeceğim derken sıçmış batırmış ya da gerçekten böyle olduğunu düşünüyor. Ben ikincisi olduğunu tahmin ediyor ve üzülüyorum.

Kötüye kullanılan aşkın, kinden daha kötü olduğunu kanıtlamak için de şunu öne sürer; kinden gelen kötülük sadece kin duyulan şeye yöneliktir. Oysaki sapık aşkın elinden hiçbir şey kurtulamaz, belki yalnız sevdiği şey kurtulur o da öfkesinin taşkınlığıyla mahvettiği şeyin yanında çok küçük kalır. Yani gerçekten bu kadar başarılı bir yorumu yapan kişiyle; toplardamar, safra acısı beyne giden ruh diyen kişinin aynı olması nasıl mümkün olabilir yahu? Sanırım, aşkın nefretten daha güçlü olabileceğine dair aklına hiçbir şey gelmemiş olacak ki böyle saçmalamış işte, yazık.

"Bir şeyi sevdiğimiz zaman ona karşıt olan her şeyden nefret ederiz." -René Descartes

Bu durumda Descartes'a göre kin, aşkın neden olduğu kötülüklerin en yakın halidir. Fakat aşk, bu şekilde işlenen kötülüklerde her zaman kinden daha suçlu olacaktır. Bunun için Theophile'in bir dörtlüğünü örnek olarak kullanır.

Tanrım güzel Paris bir av yakaladı,
Âşık çok iyi yaptı,
Ateşini söndürmek için
Ilion'u ateşe attı.

Bu dörtlükte bizlere gösterir ki, en büyük ve en uğursuz felaketler bile bazen sapık bir aşktan gelebilir ve onu pahalıya mal ederek daha tatlı yapabilir.

Hadi bunu örneklendirerek bitirelim şu işi. Ben X kişisi ile kötü yönlendirilmiş bir aşk ilişkisinde olayım. Aynı zamanda A'ya şiddetli bir kin besliyorum. A'nın kendisi için önemli bir sınava tabi tutulacağını bildiğimden ve kinimden ötürü sınavla alakalı olmak üzerine önüne sürekli engel koyuyorum. Fakat X, kendisine duyduğum aşktan yararlanarak B, C, D, E kişilerine zarar verdirtiyor, entrika sokuyor ve kötülük yaptırıyor. Samanyolu dizisi gibi örnek olacak ama; kocasının kendisine duyduğu aşkı kullanarak kayın validesine kötülük yaptırılması da Türkiye'de görülebilen bir senaryo.

Toparlamak gerekirse Descartes'a göre aşk; ruhun kendine yakıştırması, ardından da bedenin duyum ve duyularla bunu desteklemesi durumudur. Aşk; iyidir ve güzeldir. İnsanlık eğer neşeden çok keder sahibi olsaydı birilerini sevmeyi derhal bırakırdı. Descartes'a göre, kimi zaman aşk denen meret normalde gözümüze batacak kısımları bize çekici getirecek şekilde bakış açısına sokabilir. Üstelik sevgi, nefretten büyük olduğu için aşkın kötü emellere alet edilmesi, kinin kötü emellere alet edilmesinden daha erdemsizdir.

Yazı içerisinde çoğunlukla kendi fikirlerimi belirtmiş olmama rağmen ben de kısa bir şekilde toparlamak istiyorum. Ruh ve beden üzerine yapılan aşk tanımları oldukça tutarlı ve mantıklı. Üstelik duyum/duyu arasındaki ilişki ve gerçek aşk üzerine olan düşüncesi oldukça muazzam. Açıkçası ben, "Aşk, bazı kötü yerleri sevimli gösterir." görüşüne pek katılmayarak, "Aşk, basit bir şeyi dahi sevimli gösterir." olarak düzenliyorum. Aşık olunan kişi, gurur kaynağıdır. Ben de sevginin nefretten daha güçlü olduğuna inanıyorum fakat toplardamarlar ve safralar ile ilişkisi olduğunu pek sanmıyorum.

2287 kelimelik Descartes'e Göre Aşk yazımdan bu kadar sevgili okur. Kendine iyi bakmayı sakın ihmal etme. He unutmadan, başta yazdığım şarkıyı dinlemeyi de unutma senin için aşağıya link bıraktım. Düşüncelerini ve imla hatalarını bildirmek için lütfen çekinme. Schopenhauer'un değil, Descartes'ın aşk tanımıyla kal ve hoşça kal.


13 Ağustos 2018 Pazartesi

Kimse Babanızın Hayrına Bir Şey Yapmıyor

Sert giriş, ciddi konu. Nasılsın uğur böceğim? Beni soracak olursan fena değilim ama bomba gibiyim de dersem yalan olur. Eskiden yapmaktan çok keyif aldığım işlerden şimdi hiç eğlenememeye başladım. Bu beni biraz rahatsız etmiyor değil fakat gerekirse o kısma sonra değiniriz. Şu an seninle konuşmak istediğim konunun leziz olduğunu düşünüyorum. Fedakarlıklar ve yardımlar üzerine düşünceler ve iş/meslekler üzerine bir sohbet.

Belirttiğim gibi sizinle bu muhabbetimin iki ana kısımdan oluşmasını ön görüyorum. Eğlence sektöründe ortaya çıkan ürünlerin neden var olmasından başlayıp insan denen mahlukatın fedakarlık adını verdiği tartışmaya açık sözde erdemini neden yaptığına doğru geniş bir yelpazede olmasını istediğim bir yazıya giriş yapmaktasın, hoş geldin.

Eğlence sektörü dendiği zaman sizin aklınıza ilk ne geliyor dostlar? Diziler, filmler, oyunlar? Haklısınız ama benim aklıma her daim bir kişi geliyor o da güleceksiniz ve şaşacaksınız ama Enes Batur. Yaptığı videoları ve içerikleri sevip sevmemeyi ya da kaliteli bulup bulmamayı bir kenara bırakacak olursak sahip olduğu istatistikler eğlence sektörünün zirvesinde olduğunu gösteriyor. Sevgili okur, "Eee İgnis şimdi bu şarlatan ne alaka?" diye içinden geçiriyor olabilirsin ve çok haklısın. Gerçekten de bir şarlatan.

Enes Batur gerçekten yapmak istediği şey mi yapıyor, yoksa yapmak zorunda olduğu şeyi mi? Tarihin hiçbir döneminde toplumdaki kaliteli kesim, kalitesizden daha fazla olmadı. Aydınlar hep azınlıktı ve toplumunu şaha kaldırmak için pek uğraştı. Toplum ahmaklarla dolduğu için bunu reddetti ve kalitesizlikleriyle kavrulmaya devam etti. Kalitesiz insan, kalitesiz şeyi talep eder. O da günümüz Enes Batur'un içeriklerine tekabül ediyor.

Toparlamak gerekirse; Enes, siz eğlenceli bir 15 dakika geçirin diye mi kendini bu kadar paralıyor? Elbette hayır, bu onun ekmek kapısı. Sizler eğlenin ya da daha keyifli vakit geçirin diye değil kendi cebini doldurmak için bunu yapıyor. Üstelik bunun yapılması o kadar olağan, o kadar normal ki. Asla yanlış hiçbir şey yok. Sorumuza geri dönelim; Enes Batur gerçekten yapmak istediği şey mi yapıyor, yoksa yapmak zorunda olduğu şeyi mi?

İlla ki haberiniz vardır fakat insanlar hayatta kalabilmek için gıdaya ihtiyaç duyuyor. Bunu elde etmenin de en kesin yolu para adı verilen birkaç değerli kağıttan geçmekte. Durum bu olunca sadece Enes'in değil tüm yeni medyacıların kitlelere ulaşması ve talebi karşılaması lazım. İzleyici onlar için bir müşteri. Siz bir fırına ekmek için girdiğinizde ustanın poğaça vermesini beklemiyorsanız Enes ve onun gibilerinden kaliteli video beklememelisiniz.

Kalitesiz insanın kalitesiz talebine karşılık kalitesiz içerik. İki iki daha dört. Bu kadar basit ve dediğim gibi bu ne yanlış bir şey ne de Enes'e kızmamız gerekli. Burada kızılması gereken aptalca şeyi talep eden izleyici profili. Ekranların başındaki insanlar challenge ya da kışkırtma (ALLAH'IM BUNUN KADAR AHMAKÇA BİR ŞEY YOK HERHALDE) yerine kültür sanat talep etse Enes bir dakika daha 1000 tane yumurta pişiren Hintli Amca izleme videosu çekmekle uğraşmaz.

Apaçık belli ki yeni medya, eski medya fark etmeksizin hiçbir eğlence sektörünün mensubu sizin kara kaşınıza kara gözünüze değil para kazanmak için uğraşıyor. Avukatlar gerçekten sizin haklı olduğunuzu ve adalet karşısında kendinizi tam performans sunmanız gerektiğini düşündüğü için değil para kazanmak için bu işi yapmıyorlar mı? Aaaa! Demek ki olay sadece eğlence sektörüne değil dünyanın her yerindeymiş!

İster kabul edin, ister etmeyin meslekler ya da sektörler sizin iyiliğiniz için bir diğer deyişle babanızın hatırına değil para için çabalar. Çiftçi, "Gıdam insanlara ulaşmalı ve onların boğazından geçmeli!" gibi bir gayeye girişmez. İşin ucunda kendi kazanacağı para olmaza yapmaz, ki bunu hiç kimseler yapmaz. Hayatta kalma serüveninde bu oldukça normal karşılanmalıdır. Çünkü farkında olmasanız da bunu siz de yapmaktasınızdır ya da yapacaksınızdır.

Tabi ki, "Her şey para olmak zorunda değil." değil mi? Doğrudur, her şey para değildir fakat hayatta kalma mücadelesi hız kesmeden devam etmektedir. Sadece para pragmatik gayelere hizmet etmek zorunda değildir. İşte burada da tam olarak devreye ailenizle, arkadaşlarınızla ve diğer insanlarla olan ilişkiniz devreye girer. İnsan, sosyal bir şeydir. Ben pek hayvan yakıştırması yapmayı sevmiyorum fakat beni buna zorluyorsun insanlık!

Her şey daha biriyle arkadaş olmanızdan başlar. Hiç, herhangi bir arkadaşınızla neden arkadaş ya da dost olmuşsunuzdur hiç düşündünüz mü? Ben sana söyleyeyim sevgili okur, çünkü birbirinizin işine yarıyorsunuzdur da ondan. En kötü ihtimal birlikte iyi, eğlenceli ve kaliteli zaman geçirmenizden ötürü o kişi sizinle arkadaş olmaya layıktır. Sahi ya, neden herkes sizin arkadaşınız değildir ya da olamazdır? İşine yaramazlar da ondan.

Kaliteli insanın kaliteli arkadaşı olur çünkü kaliteli ihtiyaçları olur. Bu cephede de vereceğim en iyi örnek akıl danışmak olacaktır. Beyin kıvrımlarına biraz manevra vermiş biri bile sana oldukça büyük şeyler katabilir. Bu fırsatı kaçırma ve rasyonel insanlarla bir an önce arkadaş ol! Eh hele bir düşünür müsün, neden onunla geçirdiğin vakit eziyet gibi geliyorsa ya da sana bir şey katmıyorsa, işine de yaramıyorsa zaman gibi değerli bir şeyi öldüresin ki değil mi yani hani?

Yukarıdaki örneklemenin içerisindeki arkadaş/dost kelimelerinin yerine sevgili kelimesini koyduğunuzda da sistem tıkır tıkır çalışır. Hayatınızı zehir eden birini ya da ruhunuzu rahatlatması gerekirken daha çok strese sokan biri için neden vakit harcayasınız ki? Sevgiden ötürü diyeceksin he? Eheheh. Bunun konusunu açtığın için teşekkür ederim sevgili okur. Oynadığın "sevgi" hamlesi hâlâ benim kimse babanın hayrına bir şey yapmadığına delil içeriyor.

Aşkınıza beslediğiniz sevgi de dahil olmak üzere birtakım ilişkiler pragmatik amaçlar içermektedir. Sevgi, fedakarlık gibi bir erdemi doğurur. Fakat fedakarlık gerçekten de düşündüğümüz kadar büyük bir erdem midir? Bunu incelemek için bir senaryo yaratmak çok daha iyi olacaktır. İki adet senaryomuz olacak biri aşk, diğeri de aile ilişkisini içerecek.

Diyelim ki aşık olduğunuz/hoşlandığınız biri var ve bir romantik bir ilişki içerisindesiniz. Partneriniz ya da aşkınız -ne derseniz neyin- yerim yerindeyse size hayatı zehir ediyor. Yediğinize içtiğinize kadar karışan bir profille karşı karşıyasınız ve resmen illallah etmiş durumdasınız. Fakat biliyorsunuz ki bu kişi sizinle tanışmadan önce birçok kötü badire atlatmış ve sizinle birlikte anca toparlanmış. Böyle bir senaryo içinde de sizin düşünceniz, "Düşene bir tekme de ben vurmayayım, çünkü onu seviyorum ve onun için bu fedakarlığı yapmaya hazırım." şeklinde evrilmiş olacaktır.

Burada atladığınız nokta bu fedakarlığı yapmanızın temeli onu çok sevmenizden değil, yine bizzat kendinizden ötürüdür. Düşene bir tekmenin atmanın vermiş olduğu vicdan azabıyla yaşamak istemediğiniz için bu fedakarlığı yapmaktasınız. Uzun lafın kısası o üzüleceği için değil, siz üzüleceksiniz diye bu topa girmişsinizdir. Yapacağınız eylemin sonunda siz üzülmeyecekseniz neden özgürlüğünüzü kısıtlayan birinin gözünün yaşına bakasınız ki? Kendi rahatlığınız ve hazzınız için yapılması fedakarlık sayılır mı?

Konu fedakarlık olunca akla gelen ilk şey hiç şüphesiz anneler olur. Onlar yemez yedirir, içmez içirir. Annenin de fedakar olması hemen hemen aynı sebepten ötürü kaynaklanır. Çünkü bu durumdan memnundur. Evladı için şart gördüğü şeyleri yapmazsa aklı onda kalır ve çok rahatsız olur. Kendisi tok olsa bile evladının aç olma fikri onun aklını kaçırmasına neden olur, işte tam da bu nedenle kendisinin aç kalması pahasına evladının tok olmasına razı olur. Yani yine kendi huzuru ve hazzı için fedakarlık yapmış olur. Bu durum fedakarlık tanımına uyar mı?

Demem o ki, iletişime girdiğiniz mesleklerden tutunda arkadaşlarınız, aşkınız hatta aile üyeleriniz bile babanızın hayrına bir şey yapmıyor. Sizin o kara kaşınıza, kara gözünüze yapmıyor. Aptal hümanist düşüncelere girip sırf insan olduğunuz için yapmıyor. Hak ettiğiniz için yapıyor. İşine yarıyorsunuz; bu durumda siz buna değersiniz. Aynı şey sizin onlara bakışınız için de geçerliyken mutualist yaşamak ne kötü bir durumdur ne de ayıplanmalıdır. İletişim/ilişki böyle olmak zorundadır ki başta sen olmak üzere insan ırkı hayatta kalsın.

Verdiğim örneklere bakınca sadece iyi eylemler için bu durumun geçerli olabileceğini savunmuşum gibi göründüğümü fark ettim. Hayır, sadece iyilikler değil yaptığımız kötülüklerde pragmatik gaye sonuna kadar hissedilir. Bunun için bir örnek vermeye gerek yoktur çünkü zaten apaçık bellidir. Keyif almak için, ihtiyacı olduğu için uzun lafın kısası kendi için bir insan iyilik veya kötülük yapar. Sıkça kez de belirttiğim gibi bunda ayıplanacak hiçbir nokta yoktur.

Peki sence ben bu konu üzerinde bu kadar şiddetli bir şekilde mi düşünüyorum? Hayatın bir tez, anti-tez, sentez üçlüsünden oluştuğuna inanan biri olarak elbette benim sadece bu konuda değil, hiçbir konuda direksiyonu bu kadar sert kırmam beklenemez. Bu söylediklerim hiç şüphesiz hayat denen sahnenin parçası ve bu kötü olmadı, olmayacaktır. Fakat gerçekten her şey bu kadar kalıba oturmuş mudur? Bunun kararını sen ver ama bence hayır.

Bir sonraki yazıya kadar kendine iyi bak sevgili okur ve dikkat et. Lütfen bu kullanıma kendini çok kaptırma ve sömürülme. Mutualizm yaşamanın hiçbir kötü yanı yoktur ve olmayacaktır fakat hayatındaki parazitleri çıkar. Onlar ivmeni arttırmaz, aksine yavaşlatırlar. Ben kendimi yetersiz görüyor olabilirim ama sen kendini tam gör. Çünkü bu sana sonsuz güzellikte kapı açacak. Ben alt tarafı ortalama bir herifim doğru, fakat lütfen bu son dediklerime kulak ver. Seni seven ve elbette her insan gibi sevgiye ihtiyaç duyan İgnis, yazıyı burada bitiyor. Hoşça kal.

17 Haziran 2018 Pazar

Sizi Çok Özledim

Vallahi lan. Geri dönüş konusunda yıldızımız pek barışmasa da istatistiklerimiz cidden çok iyiydi. İnternet içeriklerinin istatistiklerinin yükselmesinin, en azından sabit kalmasının en önemli etmeni süreklilik; bunu inkar edemeyiz. Fakat cidden müsait olamıyordum be. Neler oldu, neler bitti, şimdi ne yapıyorum/ne yapacağım sizlere ondan bahsetmek istiyorum.

Öncelikle yazmayı çok sevdiğimi biliyorsunuzdur, en azından tahmin ediyorsunuzdur. Yazı yazmaya olan susuzluğumu Wannart'ın yan ayağı olan Wannagate'te ziyadesiyle dindiriyorum. Dürüst olmak gerekirse kafamdaki "Ne yazsam acaba?" düşüncesini tam performans olarak buraya değil, oraya aktarıyorum çünkü haftada minimum iki tane olmak üzere içerik çıkarmam gerekli. Ayrıca burada yazdığım metinlerin ön araştırmalarının vakit sürelerini de aynı şekilde Wannart için kaydırmak zorunda kaldım. Blog'ta uzun süre boyunca bir şey karalayamamamın büyükçe bir sebebi budur anlayacağınız.

Bana destek olmak için yazılarımı okumak istiyorsanız buraya, Wannagate ekibinin bütün yazılarını incelemek için buraya tıklayabilirsiniz.

İkincil mesele tabi ki okul/eğitim mücadelesi. Çok şükür, ilk seneyi devirdik ve yazın tatiline başladık. Fakat öğrenme konusunda sonsuz açlık duyan biri bu yaz boş durmak istemiyorum. Söylemekten de gocunmam etmem; dil kursları o kadar pahalı ki devletin (büyük ihtimalle İSMEK'in) kurslarından birine gitmek, Adobe eğitimi almak ve enstrüman çalmak çok istiyorum. Hele ki bir çalgı çalmayı öğrenmeden ölürsem çok üzüleceğim.

Peki bundan önce neler vardı, şimdi neler var, sonra neler olacak meselesine gelecek olursak; "İtiraflarım ve Hayallerim - 1" yazımdan sonra ikincisini yazacağımı söylemiştim. Şubat'ın 23'ünden beri o yazı hazır ve yapılması gereken tek şey yayınla tuşuna basmak. Fakat okuduğumda o kadar depresif, o kadar benim içimden, o kadar benden geliyor ki yayınlamak istediğimden/yayınlamam gerekip gerekmediğinden emin olamıyorum. Bana özel olmalıymış gibi geliyor, gerçekten hislerim öyle olmasına rağmen sizlerin "ilgi orospusu" yakışması yapmasından korkuyorum. O sebepten, o böyle kaldı.

Ben toplu taşıma, otobüs ve metrolar konusunda ciddi anlamda bilgi ve bol bol anı sahibiyim. Bu sebepten ötürü bunları bir yerde toparladığım bir yazı yazıyor ve hazırlıyordum ki ismi de çok güzeldi; "Eyvah, Akbil'imi Evde Unuttum!" Bu yazıda toplu taşıma ücretlendirmesinin tarihçesi, hat numaralarının incelenmesi, üniversitelere giden raylı sistem ve toplu taşımanın matematiği gibi 14 maddelik içerikler bulunacaktı. Bunu hâlâ yapmak istiyorum fakat İETT'ye ulaşmaya çalışmalarım acayip yavaş ve sekteye uğraya uğraya gerçekleşiyor. Beyaz masa beni İETT'ye, İETT beni belediyeye paslaya paslaya bir hal oldular resmen.

Yeni yazı dizisi için kolları sıvamıştım; Beman yani (Be)ş (Ma)ddede (N)eden adını vermiş olduğum üç yazılık yazı dizisinde konularım teolojik ve din üzerineydi. Bu yazıları hazırlamak istememin nedeni o dönemde aşırı keyifsiz haberler alışımla ruhumu biraz doyurmaktı. Hem beklediğimden çok çok fazla kolay atlatmamın sayesinde hem de -birbirimizi kandırmayalım- sizlerin din temelli yazıları okumayı sevmediğinizi bildiğimden rafa kaldırdım. Asla geri gelmeyecek demek istemem ama çok çok büyük ihtimalle gelmeyecek. Belki başka konularda Beman yazabilirim ama şunu biliniz ki din temelli bir Beman gelmişse hayatımda bir şeyler acayip kötü gidiyordur.

YouTube'u unuttum mu, unutmam. 7 Temmuz için özel bir video hazırlamayı çok istedim ve neredeyse altı ay öncesinden hazırlanmaya başladım. Ardından 7 Temmuz tarihi benim için deyim yerindeyse içi boş oldu, hiç bir anlam teşkil etmemeye başladı. O yüzden yalan oldu fakat yine de yapmak istediğim iki video fikri var. İçlerinden birinin asla izlenmeyeceğini biliyorum, en fazla 100-200 ama sırf ben istediğim için yapacağım. Diğeri ise hem fikri, hem içerdiği mesaj bakımından çok değerli olduğunu düşündüğüm bir video olacağından kitlelere ulaşma ihtimalinin var olduğunu tahmin ediyorum. Bir aydan biraz daha uzun bir süre sonra yayında olacak. Her iki video da uzunca bir montaj süreci, ses kaydı hassasiyeti ve ön araştırma gerektirecek fakat seyir keyfi bakımından kafamdakini ekrana yansıtabilirsem tam puan bir iş olacak.

(Yazıdan sonra gelen süpriz not. Bahsettiğim videolardan ikincisi yani bir aydan daha uzun bir süre sonra yayında olacak diye belirttiğim videonu iptal etmedim, erteledim. Aklımdaki yayın tarihi ile videonuın içerisindeki çalışma -ufak bir yanlış bilgim nedeniyle- uyumsuz olduğunu gördüm.)

Aşk Metafiziği Varsa Felsefesi de Vardır içimde her zaman bir ukte kalan projelerimden biri olacak. Kesinlikle onu var etmeyi hatta ardından da bir ikinci kitapla sağlamlaştırmayı çok ama çok istediğimi bilmenizi isterim. "14 Şubat Özel: Sevgililik veya Flört Caiz Midir, Haram Mıdır?" yazımda da belirttim aynen yazdıklarımı kopyalayacağım;

"...Aşk Metafiziği varsa Felsefesi de Vardır diye bir eserle uğraştığımı biliyorsunuzdur. Hem kitaplaştırma aşamasındaki benim çizmemi aşan bütçeler, hem değindiğim konu itibariyle de arz talebin az olacak olması, hem de tarihin başından beridir hakkında yazılıp çizilen aşk hakkında henüz kendini kanıtlamamış biri olarak atıp tutmak istemediğimden iptal ettim..."

Güzelleme yapmayı bir kenara bırakacak olursak kendisine aşık olunmayan/olunmayacak birinin -üstelik bunun farkında olan birinin- aşk gibi ultra iddialı bir konuda atıp tutması konusunda insanların "Senin neyin var da diyon?!" gibi sevimsiz bir sorusuna cevap veremediğimden ötürü Aşk Metafiziği Varsa Felsefesi de Vardır rafa kalkık durumda.

Yoğun tempomdan ötürü vakit ayıramadığım dostlarım kusuruma bakmasın.

Size güzel haberler vermek için didindim, Ağustos sonu-Eylül başları gibi burada olun ve kutlamalarda bize katılın.

İtiraflarım ve Hayallerim - 1'de de söylediğim gibi; "Sizi sevmemek elde değil canlarım benim, öpüyorum hepinizi. Nazi sempatizanı ve çomar olanınız varsa onlar hariç. :v"

14 Şubat 2018 Çarşamba

14 Şubat Özel: Sevgililik veya Flört Caiz Midir, Haram Mıdır?

Of, of, of, of... Aman Allah'ım başlığa bak, konu sizce de harika değil mi? Yazının 14 Şubat'ta da yayınlanması ayrı bir güzel oldu şimdi. Sevgililik veya flört durumları tek Tanrılı dinler açısından sorun içerir mi ve bunlar kötü davranışlar mı bunu tartışacağız. Aslında benim önceki yazılarımı sadece bir kere okuduysanız bile buna nasıl cevap vereceğimi tahmin etmiş olmalısınız. Her yazımda bildirdiğim gibi bu tip durumlarda birincil kaynağımız kutsal metinlerin ta kendileri. Bizim hacılarla, hocalarla işimiz yok evelallah; kafamız zehir gibi çalışıyor çok şükür. Söylemeli miyim bilmiyorum ama dinler kronolojik olarak gidiyor haberiniz olsun.

Elbette sevgililik ve flörtlük dünyanın en çok "başkalarından başkalarına" anlamı değişen iki kavram olduğu için tanımlarını bana göre yaptıktan sonra dinlerin tutumuna geçeceğim.

Flört: Potansiyel sevgili olunacak kişiyi tanımak. Demo sürüm sevgili ilişkisi. Sorumluluk yüklenmeyecek kadar serbest, duyguları har vurup harman savurmayacak kadar düzgün olma. Olumlu sonuçlanması durumunda ilişki, olumsuz sonuçlanması durumunda kim bilir belki arkadaş kazanılan eylem. HER İLİŞKİDEN/SEVGİLİLİKTEN ÖNCE FLÖRT OLMAK ZORUNDA DEĞİLDİR.

Sevgililik: Birbirlerini, o oldukları için seven insanlar. Temiz duyguların tamamı, cinsel vaatler en geride. Ruh doyurucu. Sevilme-sevme ihtiyaçlarını gidermek. Mutualist olmak.

Yahudilik

Konu günahı, sevabı olunca en az bilgi bildiğim din Yahudilik oluyor çünkü bana göre Eski Ahit'in en azından Tevrat bölümü kesin iyi ve kesin kötü çizgileri çizmiyor. Kitap o zamanlara layık olarak konuyu daha temelden alarak yaratılış, Nuh tufanı gibi mitoslar içeriyor. Bana göre Eski Ahit en tarihsel kutsal metin olabilir, evrenselliği yok denecek kadar az.

Dinler tarihini bilmemden ötürü Yahudilik'in de tarihini gayet iyi bilirim. Hatta İsrail topraklarında aslen çok Tanrılı bir din anlayışı hakimken, Tanrılardan biri savaş tanrısı Yehova yalnızca kendisine tapınılmasını ister. Bu Tanrı, tanımı gereği her şeyi bilen değildir. Tam da bu yüzden Nuh tufanı olmuştur çünkü Yehova insanları yarattığında pişman olacağının bilgisini bilmiyordur. Bu da tipik "Tanrı nasıl olur da insanları yaratacağına pişman olacağını bilmez de tufan yapar." çelişkisinin tam olarak çözümüdür. Ben peygamberlerin yaşantılarının tarihsel gerçeklikler olduğuna inanıyorum, bunlar tarihsel gerçeklikler değillerse bile içlerinden çıkarılabilecek oldukça güzel dersler vardır.

İsa'yı Yahudi peygamberlerinden ayırırsak hemen hemen hepsinin evli olduğunu görürsünüz. Bu da bize ilk çinkoyu verir. Nitekim "Tanrı, Nuh'u ve oğullarını kutsayarak, 'Verimli olun, çoğalım yeryüzünü doldurun' dedi." (Yaratılış 9:1)

İkinci çinko; Yahudilere göre kederlenmek, zevk ve sefadan uzaklaşmak Tanrı'nın vermiş olduğu nimetlerin tam hakkını verememektir. Bu nedenle ötürü bu tip şeylerden uzak durmak resmen günah sayılmış ve saygısızlık olarak nitelendirilmiştir. Havva yüzünden ellerinden rahat yaşam alındığını sanan ve bundan ötürü kadınları hor gören bir Yahudi kesim olduğu gibi, kadınların Tanrı'nın bir lütfü olduğunu, onlarsız hayatın saçma/neşesiz olduğunu iddia edip onlarla birlikte olmanın sevap olduğunu düşünenler de vardı. Tabi ki de saçma olmasından ötürü ilk düşünce yavaş yavaş azaldı ve yerini ikincisine bıraktı. Hatta bu sebeptendir ki Yahudiler hiç çekinmeden şarap da içerler. Durum bu olsa da tecavüz asla ve asla meşru görülmez ve gerekli hukuki cezalar yerine getirilir.

Üçüncü çinko ve tombala; Süleyman'ın Ezgiler Ezgisi suresi (Eski Ahit için genellikle bölüm kelimesi kullanılır) baştan sona kadar bir kadın ile erkeğin birbirlerine olan aşklarını şehvetle haykırmalarını anlatır. En mühim ayetleri yazmam gerekirse;

  • Beni dudaklarıyla öptükçe öpsün! Çünkü aşkın şaraptan daha tatlı. (Ezgiler Ezgisi 1:2)
  • Ne güzel kokuyor sürdüğün esans, dökülmüş esans sanki adın, kızlar bu yüzden seviyor seni. (EE 1:3)
  • Seninle coşup seviniriz, aşkını şaraptan çok överiz. (EE 1:4)
  • Firavunun arabalarına koşulu kısrağa benzetiyorum seni, aşkım benim! (EE 1:9)
  • Yanakların süslerle, boynun gerdanlıklarla ne kadar güzel! (EE 1:10)
  • Ah, ne güzelsin, aşkım, ah, ne güzel! Gözlerin tıpkı birer güvercin! (EE 1:15)
  • Ne yakışıklısın sevgilim, ah, ne çekici! Yeşilliktir yatağımız. (EE 1:16)
Birbirlerine olan sevgilerini ve aşklarını itiraf eden bu çiftin söylemlerine "Ezgiler Ezgisi" denerek bile güzellendiği çok aşikardır. Yani sevgililik, aşk ve flört söz konusu olduğunda Yahudilik buna yeşil ışık yakar.

Hristiyanlık

OHOHOHOHOHOH EVEEEEEET. Sapkın batının ahlaksız dinine geldik sonunda ve tahminimce en uzun yazacağım bölüm burası olacak. Öncelikle HRİSTİYANLIK DA DİĞER İBRAHİM DİNLERİ GİBİ ORTA DOĞUDAN ÇIKMADIR. Oh, güzel devam edelim.

Konu Hristiyanlık olunca hangi telden çalacağımı hiç bilmiyorum çünkü mezhepçilik Hristiyanlık'ta da dibine kadar yaşanır. O yüzden Katolik, Ortodoks, Protestan, Mormon, Yehova Şahitleri, Ünitertenizm hangi birinden anlatayım bilmiyorum. Çünkü içlerinde teslisi kabul eden de reddeden de vardır. Ben bu metin için sadece ortak düşüncelerini sunmayı düşünüyorum.

Öncelikle Yahudilik'te bahsetmiş olduğum öğretilerin bir kısmını ve Eski Ahit ayetlerini Hristiyanlık için de söyleyebiliriz çünkü İslamiyet'de "kitaplara iman" olmasına rağmen sadece tek bir tane kitap varmış gibi hareket edenlere -ve hadis gibi aptalca bir şeyi de kabul edenlere- nazaran önceki metinleri de kabul eder, kutsal görür ve inanır.

Birinci çinko çok basit bir yerden gelecek. Hristiyan erdemleri üç tanedir ve üstelik teolojiktirler. Bunlar;
  • İman
  • Aşk
  • Ümit
Detaylandırmaya gerek var mı? Bu erdemler temeldir, bazdır. Bu erdemler temelinden iyi hareketler çıkar. İmandan Tanrı'ya tapınma, Aşktan sevgi, Ümitten Mesih'in geri dönüşü gibi çok basit örnekler verilebilir. Sevgi ve aşk Hristiyan teolojisinin merkezidir. Hem kulların birbirini, hem de Tanrı'nın bizi sevdiği sık sık öğüt edilir. Hatta çok kez emir bile edilir. İsa'nın çarmıha gerildiğine söylediği şu sözler yürek titretir;

"`Komşunu sev, düşmanından nefret et' denildiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin." (Matta 5:43-44)

İncil'deki sevgiler incelendiğinde şunlar görünecektir;
  • Tanrı/Rab sevgisi (Matta 22:37)
  • İsa'nın sevgisi (Yuhanna 13:34)
  • Kardeş sevgisi (Yuhanna 4:18-20)
  • Komşu sevgisi (Matta 5:43)
  • Düşman sevgisi (Matta 5:39 / Matta 5:44)
  • Aşıkların sevgisi (Koloseliler 3:12-14)
Yuhanna 4:8'de söyle bir cümle geçer; "Tanrı sevgidir." aslında bu yapılabilecek en kapsamlı ve tanrısal, Tanrı tanımı olabilir. Düşmanını sevmek herkesin yapabileceği bir erdem/durum değildir. Hiç şüphesiz Tanrı bunu yapabilir. Kendi teoloji kılavuzumdan örnek vermem gerekirse; Tanrı yasaları herkes için vardır. Kendisini, reddedenlere bile. Bu da Tanrı'nın düşmanını (reddedeni) bile sevdiğini istisnasız kanıtlar. Bu durum aşırı rağbet gören bir ateist sayfasında -hangi sayfada gördüğümü boş verin- görmüş olduğum "Tanrı'yı reddediyorum ve lanetlendim, gözlerime perdeler indi fakat hala hayatımda pozitif olaylar oluyor." saçma yorumun cevabıdır. Aynı şekilde "Ben zaten sınavdan kaldım neden hala başıma kötü olaylar geliyor eğer bunlar imtihansa?" aptal sorusunu da çöpe atar.

Şimdi siz buraları okurken konudan saptığımı düşünebilirsiniz fakat ben sizlere sevginin çok çok temel alındığını vurgulamak istiyorum. Konu sevgi olunca binlerce ayet yazabilirim buraya, İncil bu konuda hiç sıkıntı çekmeyen bir kitap; Eski Ahit de öyle. Fakat konumuzun sevgisinden yani aşktan bahsetmeye devam edelim.

Yahudilikte dinler tarihinden atıf yapmıştık ya, hadi Hristiyanlık'ın ikinci çinkosunu da dinler tarihinden yapalım. Bildiğinizi düşünüyorum ki Meryem Ana/Hz. Meryem İsa'nın bakire annesi. Peki ya İsa doğmadan önce Meryem'ın sevgilisi yok muydu, hayır. Joseph-Yusuf ile Meryem iki aşıklardı. "Aşık olduklarını nereden çıkardın, ya evlilerse?" diye sormanız çok muhtemel fakat anlattığım tarihte henüz evli değiller, sonra evleniyorlar. 

Dediğim gibi Meryem ve Yusuf iki aşık, sevgililer. Bazı kaynaklara göre nişanlı oldukları da geçer. Üstelik bu sevgi öyle kıçı kırık menfaatli bir sevgi değil. Meryem-Yusuf çiftine baktığımızda harbi aşk, saf sevgi ve İsa'nın annesi olacak kişi kadar iffetli bir sevda görürüz. Bu konuda Meryem'de Yusuf'da oldukça hassastı. Koyu dindar, tam Yahudilerdi. 

Ardından mucizevi bir şekilde Meryem hamile kaldı. Meryem, hamileliği sırasında uzaklardaydı ve hamileliğinin dördüncü ayında evine yani Nasıra'ya geri dönecekti. Herkes hamile olduğunu er ya da geç öğrenecekti. Döndü de, Yusuf onu üç aydır görmediği için heyecanla karşıladı. Meryem Yusuf'a herhangi bir cinsel ilişkiye girmediğini söylese de Yusuf'un bunu anlaması ve inanması oldukça zordu. Yusuf, Meryem'in saygı duyulan ve iffetli bir kadın olduğunu çok iyi biliyordu fakat Yusuf'a göre Meryem ne iddia ederse etsin başkasından hamile kaldığı izlenimini uyandırıyordu. Meryem'i çok ama çok seviyordu.

Yusuf onun herkese rezil olmasını istemiyordu. O sebepten ötürü sessiz sedasız ayrılmayı düşündü ve bunun planını yaparken uyuya kaldı. Rüyasında melek göründü ve şöyle söyledi; "Davut oğlu Yusuf, Meryem'i kendine eş olarak almaktan korkma. Çünkü onun rahminde oluşan, Kutsal Ruh'tandır. Meryem bir oğul doğuracak. Adını İsa koyacaksın. Çünkü halkını günahlarından O kurtaracak.” (Matta 1:20)

Ardından dedikoduların ve iftiraların bini bin para! Hani yukarıda sormuştuk ya "Belki evliler, nereden biliyoruz?" diye işte bu durum tam da evli olmadıklarına kanıttır. Evli olmaları durumunda zaten bir sorun çıkmaz, ayıplanmaz, iftira atılmaz ve dedikodu yapılmazdı. Matta ve Luka Türkçe çeviride nişanlı olduklarını söyler. İngilizce metine (Kral James versiyonu) baktığımızda espoused (fiilin ikinci hali) görünür ki bu; "benimsemek/benimsenen" anlamına gelir. Grekçe orijinal metinin (en azından Matta 1:18'inde) Yusuf ile Meryem'in ilişkisine dair bir şey yazmaz. Başka bir İngilizce İncil'de (New International Version) married to yani evli oldukları yazar ki bu imkansızdır. Açıkladığım gibi evli olmaları durumunda ortada bir sorun olmazdı zaten.

Üçüncü çinko fakat henüz tombala olmayan argüman 1. Korintliler ve Koloseliler sureleri. Haydi bunları incelemeye başlayalım ve sırayla gidelim. Öncelikle 1. Korintliler; Pavlus'un Korintliler'e yazdığı ilk mektup. Tıpkı Ezgiler Ezgisi'nde olduğu gibi bize bu konu hakkındaki ipuçlarını doğrudan veren en mühim ayetleri madde madde sizlere paylaşacağım.

  • İnsanların ve meleklerin diliyle konuşsam, ama sevgim olmasa, ses çıkaran bakırdan ya da çınlayan zilden farkım kalmaz. (1. Korintliler 13:1)
  • Peygamberlikte bulunabilsem, bütün sırları bilsem her bilgiye sahip olsam, dağları yerinden oynatacak kadar büyük bir imanım olsa, ama sevgim olmasa, bir hiçim. (1.K 13:2)*
  • Varımı yoğumu sadaka olarak dağıtsam, bedenimi yakılmak üzere teslim etsem, ama sevgim olmasa, bunun bana hiç bir yararı olmaz. (1.K 13:3)
  • Sevgi sabırlıdır, sevgi şefkatlidir. Sevgi kıskanmaz, övünmez, böbürlenmez. (1.K 13:4)
  • Sevgi, kaba davranmaz, kendi çıkarını aramaz, kolay kolay öfkelenmez, kötülüğün hesabını tutmaz. (1. K 13:5)**
  • Sevgi asla son bulmaz... (1. K 13:8)
  • İşte kalıcı olan üç şey vardır: İman, umut, sevgi. Bunların en üstünü de sevgidir. (1. K 13:13)***
*: Bu ayeti okuyup da mest olmamak içten bile değil. Bilgi bilen insanın erdemi süpheye mahal vermeden sağlanmıştır sağlanmasına da onu insan yapan özel duygu "sevgi", dünya üzerindeki canlılardan farklı kılar. İyiden iyi türeyecekse sevgiden de iyi şey türer çünkü sevgi iyidir, çok iyidir.

**: Okur okumaz Platon'un ideal aşkı "Platonik aşıklık"tan bahsedildiği çok bellidir. Platonik aşkın günümüzde kullandığımız anlamından çok daha farklı kullanıldığını zaten önceki -ve en çok okunan- yazımda anlatmıştım. Kendi çıkarını aramaz, karşılıksızdır. Kusurlara rağmen sevdalanılır ve hakiki bir diğer deyişle ideal seviciler vakt-i zamanı geldiğine kirli çamaşırları (kötülükleri) ortaya dökmez.

***: Hristiyanlık yazımın başında da eklediğim üç erdemi bu ayette görüyoruz. Bu ayeti tekrardan almamın sebebi; "Bunların en üstünü de sevgidir." sözü. Bir kutsal metinde iman etmekten bile üstün görülen sevgi? Sevgi duygusuna çok büyük iltifat aynı zaman da "Sevgi oldu mu gerisi de gelir çünkü iyiden iyi türer." düşüncemi tam anlamıyla destekleyicidir.
  • Öyleyse, Tanrı’nın kutsal ve sevgili seçilmişleri olarak yürekten sevecenliği, iyiliği, alçak gönüllülüğü, sabrı, yumuşaklığı giyinin. (Koloseliler 3:12)
  • Bunların hepsinin üzerine yetkin birliğin bağı olan sevgiyi giyinin. (K 3:14)
  • Ey kocalar, karılarınızı sevin. Onlara sert davranmayın. (K 3:19)
Dördüncü çinko ve tombala İsa'nın çarmıha gerilişinin baştan aşağıya kadar sevgi üzerine olması. Fakat hali hazırda bu madde çok uzun olduğu için sizi "İtiraflarım ve Hayallerim - 1" yazımın Teslis kısmına yönlendiriyorum. Oradan benim teolojime göre Teslis'in ne olduğunu ve Hristiyan aleminin nelere temellendirdiklerini özetle öğrenebilirsiniz.

Ayetler, öğretiler, dinler tarihine bakıldığında üç yetmez, dört tane argüman sunduğumuz Hristiyanlık'ta da aşk, sevgililik ve flört günah değildir ve yeşil ışık şüpheye mahal vermeksizin yakılır.

İslamiyet

Evlilik ve yuva kurma meselesi diğer iki dinde olduğu gibi İslamiyet'te de çok mühimdir, tavsiye edilir hatta evlenmeyen dinen değil ama toplumsal olarak baskılanır. Bunun sebebi aslında dünyanın en güzel şeyi olacakken tabi ki kurucusundan sonra amacından sapan Ümmetçilik yani 600'lü yılların giriş seviyesi tek çatı altında toplama hümanizmidir. Daha önceki yazılarımda Muhammed'in hümanizmini yani ümmetçiliğini bolca övdüğümü hatırlıyorum, konusu açılmışken tekrar öveyim. Muhteşem zekice ve sevgi erdemini içeren bir hamle. Fakat peygamberin ölümünden sonra ümmet olmak için insan olmak yeterliyken Müslüman olmak zorunda kalındı.

Çinkolarıma başlamadan önce İslamiyet'in Yahudilik ve Hristiyanlık kadar öteki dünya ruhaniliğinde olmadığını söylemem ve bunun dengesinin harika ayarlandığını itiraf etmek zorundayım. Kuran'daki emirler ve tavsiyeler hem bu dünya için hem de ahiret dünyası için harika dersler içermektedir. En temel öğretilerden biridir; hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.

Konumuz evlilikten ziyade onun öncesi, aşk ve flört. Bununla alakalı özel vurgu bir ayet bulamadım. Buradaki yöntemimiz ayetlerin onaylamasından ziyade aşkın ve sevgililiğe karşı olan tutumların rasyonel yalanlaması olacak.

Birinci çinko bu konudaki en sağlam çinko. Aşk/flört haramdır diyenlerin dayanıksız argümanları. Aynen şunları duyduğuma yemin edebilirim; "Flört haramdır çünkü Müslümanların lügatında bulunmaz. İfade ettiği mânâ da Müslümanların hayatında bulunan bir olay değildir." Bu yaklaşım -bu konuda asla mütevazi davranamam- teolojiyi hiçe saymak ve bütün metodolojisini yerle bir etmektir. Atılan bu argümanın dinden ziyade, siyasal ya da ideolojik temelli bir argüman olduğunu görmemek için aptal olmak gerekir.

Bu konuda Kuran'dan değil hadisten güç alırlar ve muhafazakarlığının en üst seviyelerini bu tutumda görürsünüz. "Bir kadın ve bir erkek yalnız kalırsa üçüncüsü şeytandır." veya "Sakın bir erkek, yanında mahremi olmadıkça yabancı bir kadınla yalnız kalmasın." gibi hadisler bütün erkeklerin potansiyel birer tecavüzcü olduğunu iddia eder. Bunun cevabını Eski Ahit'ten Eyüp ve Kuran'dan Nur suresi verir;

  • Gözlerimle antlaşma yaptım. Şehvetle bir kıza bakmamak için. (Eyüp 31:1)
  • Mümin erkeklere söyle, bakışlarını indirsinler (haramdan sakınsınlar), ırzlarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Muhakkak ki Allah, yaptıkları şeylerden haberdardır. (Nur Suresi 30)
 Bunun üstüne başka söz söylemeye gerek yok, yeterince açık ve konunun insanın fikri, zikri olduğunun harika kanıtıdır.

İkinci çinko "Aşık olduğunda bu zevk ve sevda Allah'ı unutturur ve onun sevgi kontenjanından yer kaplar." argümanın boktanlığındır. Asla yalanlamam "Kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur." (Rad Suresi - 28) fakat bu cidden bütün eylemlerimizi kapsar mı? Buna göre futbol maçı seyretmek de, müzik dinlemek de haramdır. Sevgi erdemse eğer onu tattığı için Allah'ına şükretmeyen hiç mi yoktur? Aynı boktanlık "Diziler, filmler gerçek aşkı yansıtmaz, bilinç altınıza mesaj yollanıyor, büyük oyunu görün artık." düşüncesinde de vardır, ya artık kibar olmayacağım bir siktirin gidin amk.

Üçüncü çinko yine atılan bir argüman fakat içlerinde belki de en mantıklı ve ayetsel olması bakımından da en takdire şayan argüman olmasına rağmen çözmesi de bir o kadar kolay. Ayet;

  • Ve zinaya yaklaşmayın! Çünkü o, fuhuş ve kötü bir yoldur. (İsra Suresi - 32)
İsra suresi 32. ayet temel alınarak ortaya atılan düşünce "Zinanın yapılmasına değil zinaya yaklaşmanın bile yasaklandığı bildiriliyor. Bu sebeple aşk, flört haramdır çünkü zinaya yaklaştırır." Öncelikle el ele tutuşmak, sarılmak, evli olmayan insanların tokalaşması gibi eylemler asla zina değildir, bunların zinalığı sapkın mezhep öğretilerinden öte değildir. Asla Kuran'la temellendirilmemiştir. Zinanın tanımı oldukça basit ve açıktır. Evlenmeden önce yapılan cinsel ilişkiye zina denir. Bu kadar, bitti. Ötesi berisi yok. Kafanızda soru işareti oluştuysa belirteyim zina Yahudilik ve Hristiyanlık'ta da ziyadesiyle kötüdür. Buna rağmen aşk yasaklanmaz, bu durum İslamiyet için tam gaz devam etmektedir. Daha yazının başına yapmış olduğum sevgililik tanımımca hiç bir sorun da teşkil etmez, sevmeye devam edin!

Dördüncü çinko nam-ı diğer tombala içime sinmese de değinmek istediğim bir konu. Hali hazırda yukarıdaki paragrafta değindiğim gibi bir takım eylemlerin temellendirilmesi Kuran'dan değil, mezheplerdendir. Bunun da en iyi örneği hiç şüphesiz -ağır konuşacağım hazır olun- hayata bir sıfır geride başlayan Nurculardır. Kayyumlanayım, umrumda değil. BÜTÜN dinlerdeki tarikatlaşmalar ve mezhepleşmeler sapık sapkınlardır. Nurcuların o sohbetlerinde hiç eksik etmedikleri Risale-i Nur, kimi iyi/kötü, günah/sevap kararlarında Kuran'dan bile üst gördükleri bir kaynak. Yazımın bu noktasına kadar size kaç tane ayetten alıntı yaptım ve hepsi kutsal metinlerin ta kendilerindeyken bu zihniyet alıntılarını sürekli alıntılarını Said Nursi'nin kitaplarından alırlar, Kuran yetmiş gibi.

Kötülüğe bulaşan insanların yollarının yol olmadığını belirtmek istiyorsun? Bakara:7, Kuran'ı anlamanın ilk şartının temiz kalp ve hoş iman gerektiğini mi vurgulamak istiyorsun İsra:45, Düzen, kusursuz tasarım ile alakalı argümanını mı destekleyeceksin Bakara:164.

Haram sevda deyip insanların yüreklerine cehennem korkusu salmak neden, ey Nurcular? İslami forumlarda okuduğum kadarıyla "Biz birbirimizi seviyoruz, gönül eğlendirmiyoruz yine de mi haram?" ve buna benzer yorumlarla bu yalana kanmış gibiler. Hakiki kötülükler ve haramlardan kaçınmak oldukça kolayken sahte haram aşktan kaçınmak oldukça zordur çünkü ruhtan gelir. Fıtratta vardır. Bununla birlikte bir çok müminin haram olduğunu bile bile (fakat olmadığı halde) ilişkilerine devam ettiğini görürüz. Çünkü -hatırlatmak gerekirse-; Sevgi sabırlıdır, sevgi şefkatlidir. Sevgi kıskanmaz, övünmez, böbürlenmez. (1.Korintliler 13:4)

Kuran, istedikleri manipülasyon gücü yerine her insanın hür irade sahibi olduğunun hatırı ve "Akıl etmez misiniz?" diyerek insanlığa çok kez uyarı vermesinden olacak ki tam kapasite samimiyetle tek/ana kaynak olarak Tanrı kelamı yerine beşer şaşar hoca efendi hazretlerinin sözlerinin peşine gitmişlerdir. Bakara suresinde bahsedilen perdeler bu sapkınların gözündedir, içiniz rahat ola.

Tam dört değil, üç artı bir çinkoyla birlikte tombalayı bulduğumuz bu bölümde de; sevmek, aşk, flört gibi erdemler İslamiyet tarafından yasaklanmamış ve yeşil ışığı yakmıştır. En fazla bütün dinler tarafından yasaklanmış olan şey karşı tarafı (şu kelimeyi kullanmayı hiç sevmem ama) tavlamak için, hoşnutluğunu kazanmak için söyleyeceğiniz yalanlar günah olabilir. 

Peki, iyi güzel bunlar kötü davranışlar değilmiş peki ya ilişki süresince yaptığımız hiç bir eylem kötü değil mi, bu ne biçim soru elbette kötü davranışlar var. Gerek din temelli gerek benim adını çok sevdiğim Aşk Etiği'me göre. Fakat konumuz ilişki sürecinden ziyade öncesi; sevgi ve aşk. Size uzun uzun Aşk Etiği'min temellerini anlatmayı çok isterdim, Schopenhauer'un kendi etiğini övdüğü gibi övmeyi de isterdim emin olun. Benim Aşk Etiği'mle yoğurulmuş bir ilişkinin mutsuz ya da erdemsiz olma ihtimali asla yok. Aşk Metafiziği varsa Felsefesi de Vardır diye bir eserle uğraştığımı biliyorsunuzdur. Hem kitaplaştırma aşamasındaki benim çizmemi aşan bütçeler, hem değindiğim konu itibariyle de arz talebin az olacak olması, hem de tarihin başından beridir hakkında yazılıp çizilen aşk hakkında henüz kendini kanıtlamamış biri olarak atıp tutmak istemediğimden iptal ettim. Bilgi, ahlak, sanat, din ve siyaset felsefeleri gibi litaratüre "aşk felsefesi" diye bir tür eklemeyi emin olun ki çok isterdim. Bu kitap her daim içimde bir ukte olarak kalacaktır, bipolar kişiliğime güvenemiyorum belki yarın öbür günde elimde fiziksel bir kopyayla çıkagelmişim. Neler olacağını zaman gösterecek. Bunun da açıklamasını yapmak istiyordum iyi oldu araya sıkıştırdım.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Toparlamak gerekirse sevgi bir erdemdir ve üç dinde aşka herhangi bir yasaklama getirmemiştir. Aşk doktoru çok çirkin ve iğrenç bir tabirdir. Fakat aşk filozofu harikadır. Bu sebepten ötürü bu küçük aşk filozofunuz ve teologunuz Sevgililer Günü'nüzü kutluyor. Buyurun benden size bir adet Afrodit götü; <3
BONUS: Budizme göre sevgi, başka bir insanı severek kendi parçanız olarak görmeniz demektir. Aynı zamanda onun kişisel gelişimine katkıda bulunursunuz. Bu Nirvana'ya giden en nadide ve güzel yollardan biridir. Şartsız iyilik (yine Platonik aşıklık) ve huzur/mutluluk içerir. Sizi mutlu etmek isteyen kişi asla ağlatmaz; sevgi hakiki -yani ideal- olduğunda kederden arınmıştır. Buda'ya göre aşkın formülü dörttür; sevgi, şefkat, nezaket ve neşe.

Umarım zevk alarak okumuşsunuzdur. Yazım yanlışı gördüğünüzde bildirmeyi ve fikirlerinizi söylemeyi sakın ihmal etmeyin. Sevgiyle kalın.