20 Ekim 2017 Cuma

İdeoloji Olmayacak Kadar Değerli: Feminizm

Herkese merhabalar! Şu an dört numaralı yazımı yazarken sizlere teşekkür etmem gerektiğini düşündüm çünkü Platonik Aşk Nedir yazım 99 tık alıp, diğerlerine de gerektikleri ilgiyi göstermişsiniz. BİR NUMARASINIZ! O zaman "ilk yazı dizime" başlamak istiyorum.

"İdeoloji olmayacak kadar değerli" adını uygun gördüğüm yazı dizisinde amaç zaten isminden çok anlaşılabilir olduğunu düşüyorum fakat yine de özet geçmek gerekirse "ideoloji" çukuruna batıp saplanmış ve bunların sadece bir kesimin değil HERKESİN kabul etmesi gereken fikirleri inceleyeceğiz. İlk misafirimiz feminizm.

Bakın Allah belamı versin ki direk Google'dan kopyalayıp yapıştırdım. Çünkü bu tanım durumu özetlemeye oldukça yetiyor zaten.

"18. yüzyılda Fransa'da filozoflar ve kadın yazarlarca ortaya atılan ve savunulan, daha sonraki yüzyıllarda her toplumda yandaş bulan, kadının siyasal ve toplumsal haklar bakımından erkekle eşit olması gerektiğini öne süren ve bunu gerçekleştirmeye çalışan akım."

Ne kadar da haklı değil mi? Sosyalist feminizm, İslamcı feminizm, Liberal feminizm diye diye kirlettiğiniz güzelim akıma bir bakın lütfen. Savunduğu ve çabaladığı şey ne kadar da kutsal! Kadın-erkek eşitliği; üstelik siyasal ve toplumsal haklar bakımından. Yani öyle pönkürdüğünüz gibi "Kadınla erkek nasıl eşit olabilir ya her şeyden önce onlar daha duygusal düşünüyor, biyoloji bile buna izin vermiyor." salak saçma argümanına takılmadan hallediyor işini.

Yazıma devam etmeden şeyi aradan çıkarmak istiyorum. Feminizm kelimesi "femen"den türediği için aslında kadın-erkek eşitliğini değil de kadınların üstünlüğünü savunduğuna dair hiç bir kaynakça belirtmeden ortaya atılan bir fikir var. Üstelik bunu "Eğer cinsiyet eşitliği istiyorsanız feminist değil, hümanist olacaksınız." diyerek kendilerince doğruluyorlar. "İdeoloji Olmayacak Kadar Değerli: Hümanizm" adında bir yazı yayınlamayı düşündüğüm için detaylandırmayacağım fakat feminizmi hümanizmin bir alt kümesi olarak görmek o kadar da yanlış olmayacaktır. Farklı iki küme değil, alt küme.

Yukarıdaki argümanı çürütmek emin olun ki çok kolay ve bunun için feminist olmanıza gerek yok. Feminizmin uğraş alanlarına bakmanız yeterli olacaktır. Hepsini tek tek incelemeye başlayalım.


1) Hukuki Eşitlik

Sokrates demokrasiyi sevmeyebilir hatta kendince haklı sebepleri de var fakat demokrasinin bizlere getirmiş olduğu güzel şeylerden biri de eşitliğin ta kendisi. Neticede bir kadın da bir insan değil mi? Neden onun şahitliği erkeğin şahitliğinden daha az efektif? Ya da neden konu miras olunca kadın erkekten daha az alıyor? İşte bu tip durumlara elbette bir ses çıkarmak gerekliydi ve feminizm böyle doğdu zaten. Şuradaki kilit noktayı yakalamanızı istiyorum ama; kadın da insan erkek de. Nasıl erkeğe bir kayırma yapılmıyorsa "Kadın kısmısı evini çekip çeviremez ona daha fazla mal verelim." gibi bir ayrım da yapılmamalıdır! Hatta bunu dilemek feminist görüşe sert düşecek ve çelişecektir.

2) Ekonomik Eşitlik

"Ağbi zaten kadınların kas gücü erkekle bir değil. O yüzden o daha az verimsiz ona daha az maaş verelim." Oldu ya? Başka? Aynı işi, aynı mesai saatini her iki kişi de tüketecek fakat biri sırf kadın olduğu için daha az maaş alacak öyle mi? Buna ses çıkarmamak ayıpların en büyüğü olurdu asıl. Keşke "feminizm" adında bir ideolojik akım olarak değil de herkesin katılacağı bir görüş olsaydı. Bakın ekonomi olunca işin içinde kapitalizm ve komünizmden bahsetmemek normal koşullarda olmaz fakat ben konuyu çok dağıtmamak adına bu toplara girmeyip diğer maddeye atlayacağım.

3) Cinsiyet Kimlikleri

"Erkek yaparsa kadın da yapabilir." argümanını benimsiyorsak "Kadın yaparsa erkek de yapabilir." argümanını benimsemek zorundayız. Eşitlik bunu gerektirmektedir. Argümanların sadece birinin savunuculuğu diğer cinsin üstünlüğünü kabul etmek olacaktır.

"Erkek biyoloji öğretmeni mi olur?"
"Kadın otobüs şoförü mü olur?"
"Erkek adam dediğin öyle mi yürür?!"
"Kadın kısmı da biraz kıvırtmasın yani ne var?!"
"Eğer erkeksen yaparsın lan!"

İğrenç. Cidden konu cinsiyet kimlikleri olunca işi teistik düşünüyorum, evrensel ahlak yasası bakımından düşünüyorum, deistik-ateistik, ulan ontolojik olarak bile düşünüyorum ama her yerden sınıfta kalıyor be abi. Demek istediğim sadece tek bir kişinin bakış açısına göre değil daha evrensel dalıyorum konuya ama buna karşılabilecek bir karşıtlık ya da anti-tez aklıma gelmiyor. Sıkı çalışma ve azimle cinsiyet fark etmeksizin herkes istediğini başarabilir.

Genellikle insanlar "Ben feministim." demeye kitlesi yüzünden çekiniyor. İşte tam da bu yüzden ideoloji olmaması taraftarıyım çünkü yargılanamaz bir gerçek var ki konu siyasi fikirler ve dini inançlar olduğu zaman çoğunluk kitlenin kalitesi diğer kişileri bunlardan soğutabiliyor. Sırf bu yüzden feminizmin İslamiyetle örtüşmediğini düşünen falan var mesela. Hani Cahiliye Döneminde kızları diri diri gömmekten kurtaran Muhammed'in dini var ya, evet ondan bahsediyorlar. Ya da "sevgili, eşitlik, tek" fikrini kafamıza sokan İsa, "Anneye de babaya da hürmet et" emrini bizlere ileten Musa.

Kadın Cinayetleri Kadar Kan Dondurucu...

...olan bir şey varsa o da erkek cinayetleridir elbette. Dürüst konuşmak gerekirse toplumumuzun bu tip vâkâları "kadın cinayetleri" altında işlemeleri bence hoş değil. Cinayetin her türlüsü kan dondurucu, vahşice ve sapkınca. Evet; "kadın cinayetleri" dediğimiz şeyin aslında aşkından, sevgisinden ötürü herifin tekinin yaptığı haksız bir eylem olduğunun farkındayım. İstatistiksel veri elde edişimiz daha rahat olsun diye de böyle bir sınıflandırmanın gerekli olduğunu biliyorum. Fakat ne bileyim bana pek hoş gelemiyor işte.

Pembe Otobüs Saçmalığı

Buna ayırca bir başlık açmasam olmazdı çünkü saçmalığın daniskası olması yetmiyormuş gibi feminist isteklerine tamamen ters ve asla çözümcül değil. Öncelikle ne olduğunu elbette biliyorsunuz fakat ben yine de ne olduklarını söylemek istiyorum; baya bildiğiniz ismi renginden geliyor ve erkeklerin asla ama ASLA binemediği bir otobüs. Yani kardeşim Y kromozomuna sahipsen sıçtın kardeşim binemiyorsun, aynı şekilde şoförleri de kadın bu otobüslerin bu arada.

Feminizm özünde kadın-erkek eşitliği isterken topluma karışmayı da diler. İyi de bu pembe otobüs meselesi kadını toplumdan ayırıp ayrı bir hiyerarşi kurmasına sebep oluyor? Ayrıca "Kadın = Pembe" fikriyle cinsi ayrımcılık yapılması bir kenara bu tip otobüslerin altında içler acısı bir mesaj yatmakta. "Biz toplumu eğitemedik, beceremedik. Sizi toplumdan uzak tutarsak ortada mesele kalmaz." Ne kadar da ürkünç?!

Toparlamak gerekirse: Kadın-erkek eşitliği gibi kutsal bir meseleyi savunmak için feminist olmanıza gerek olmadığı gibi ayrıca ortada "feminizm" diye bir ideoloji de olmamalı çünkü feminizm zaten olması gereken, olağan, olması zorunlu -artık ne derseniz deyin- tutumlardan oluşmakta. Ben bir feminist değilim. Çünkü ideolojiler çok saçma şeyler. Bu beni kadın-erkek eşitliğini elimin tersiyle ittiğim anlamına gelmiyor.

Umarım yazımı sıkılmadan tek çırpıda okuyabilmişsinizdir. Yazılarımızın nice nice artması ve sizlerin de okuması dileğiyle. Okuduğunuz için teşekkürler. İmla ya da kaynak hatası varsa bildirmeyi lütfen ihmal etmeyin.

17 Ekim 2017 Salı

İntihar ve Mehmet Pişkin Üzerine

Bu yazım 16 Ekim 2014'te canına kıyan Mehmet Pişkin'e armağan olsun. Huzur içinde yatsın.

Konu oldukça ciddi ve soğuk fakat yine de yazmak istedim. Çünkü 21. yüzyıl'da, 2017 yılında herkesin şakayla karışık söylediği söylemlerin başına "ölmeyi dilemek" var. Tebrikler intihar meyimlisisiniz. Bunun sebepleri psikolojide, sosyoloji ve dinlere göre neler bunları inceleyecek ve bunu dindirmenin yollarını arayacağız.

NEDEN İNTİHAR EDİLİR?

Sayısal verilerinde yalanlayamadığı bir gerçeklik var ki o da intihar vakalarının çok büyük kısmı ayrılık, aldatılma, reddedilme, kavuşamama gibi aşk ve sevda kavramlarının yaşanmasından sonrasında gerçekleşmesi. Schopenhauer'da "Cinsel Aşkın Metafiziği"nde bu konuya çokça kez değinir.

"Böylesine sonsuz öneme sahip ilişkilerde rol oynadığı duygusu, aşığı dünyevi olan her şeyin hatta aslında kendi kendisinin bile üzerine yükseltir ve onun fazlasıyla fiziksel arzularına öylesine bir doğa üstülük elbisesi giydirir ki, aşk birden bire en sıradan kişinin hayatında bile şiirsel ve büyüleyici bir hikaye görünümüne kavuşturur.
...bu chimera öylesine parlak ve ışıltılı hale gelir ki, eğer ki elde edilemezse hayat bütün cazibesini yitirir ve öylesine dümdüz, neşesiz ve tatsız görünür ki, ona karşı duyulan tiskinti ölüm korkusuna karşı bile galip gelir ve âşık kişi yaşamına gönüllü olarak son verir."
Schopenhauer - Cinsel Aşkın Metafiziği

Fakat intiharlar sadece aşk ve sevda konularına bağlanmamalıdır. Genel kanı intiharın çok acı çeken birinin acılarını dindirmesi adına yaşamına son vermesi diye yorumlarken aslında intihar yaşama sebebi kaybetmeden öte bir şey değildir. Bir bireyin intihar etmesi için depresyona girmesi ya da üzgün olmasına gerek yoktur. Nitekim bunun en iyi örneğini bize Mehmet Pişkin vermektedir. İnternete yüklemiş olduğu ve kendisinin "intihar notu" demeyi uygun gördüğü videoda hayatında kötü bir takım şeylerin olduğunu fakat ona rağmen çok iyi bir kardeş ve ilişkiler yaşadığını, çok sevdiğini ve sevildiğini anlatıyor.

Uzun lafın kısası dert, tasa yüzünden değil yaşamak için bir neden bulamadığı için intihar edilir. Sizlerde hak vereceksiniz ki yaşamına mânâ ve amaç yükleyen/yükleyebilen tek canlı insan olduğu için intihar vakaları sadece bizim hür irademizle yaptığımız eylemlerdir.

Ayrıca değinmem gereken bir kitle var ki o da ölümden sonraki hayat ve Tanrı karmaşından ötürü mutlak gerçeği görmek adına intihar edenler. Aşk ya da geçim derdi gibi sıkıntılara nazaran az olsa da hiçte küçümsenemeyecek olan bu güruh pek haksız sayılmazlar. Çünkü Tanrı kavramsallığından ötürü karmaşık olmak zorunda ve algısı ya da öğretisi o kadar da kolay olmayacaktır. İngilizlerin kullandığı kediyi merak öldürür atasözü bu kesim için çok mu uyuyor sizce de?

İNTİHARLARIN KATİLLERİ BELLİDİR: TOPLUM!

Bütün suçu topluma atmak acımasızlık olurdu yine de bir tetikleyici olduğu asla inkar edilemez. Ve hatta Dünya'nın ideal toplum yapısına ulaşamadığını intihar verileriyle kolaylıkla anlayabilirsiniz. Ne zaman ki intiharlar sıfırlanacak ya da sıfıra çok yaklaşacak o zaman insanlık olarak sistemi oturtmuşuz demektir. Şimdi sizlerin kafasının karıştığını düşünüyorum çünkü yukarıda intihar için hür irade derken ve bireysel bir eylem olduğunu vurgularken burada topluma atıp tutuyorum. Toplumun yaptığı şey birine intihar vesvesesi vermek değil hali hazırda düşüne bir tekme daha atmaktır. Kalitesiz toplum yapısı canına kıymanın eşiğine gelmiş biri için "eh zaten bu dünyada ne yaşacağım herkes çok boktan" algısını kelimenin tam anlamıyla aklına kazır. Bir kişi "Neden İntihar Ettim?" diye bir liste yapsa ilk üç sırada yer almaz belki fakat listede illaki dolaylı-doğrudan yer alacağı aşikardır. Bu insanın sosyal bir şey olmasından gelen kötü özelliklerden biridir fakat olumlu yönlerini de görmezden gelmek hainlik olurdu.

İNTİHAR ÇARESİZLİK MİDİR?

İntihar eden kişiler hakkında "korkak, çaresiz, savaşmaktan kaçan" yorumları yapılır. Bunlar bana her daim acımasızca gelmiştir fakat tek bir noktada haklılardır o da çaresiz oldukları konusunda. Her canlı ölüm korkuyla doğmasına rağmen intihar kurbanı bunu aşmış olmasıyla en büyük cesareti göstermiştir bile. Yine de çaresizliği inkar edilemez zaten kendini kapana kısılmış hissettiği için, mânâ bulamadığı için uzun lafın kısası dermanı ve çaresi olmadığı için intihar yoluna girmiştir.

ÇOK TEHLİKELİ BİR DURUM: BAŞARISIZ İNTİHAR GİRİŞİMİ

Çok klişedir yine de doğru denebilir. Uçurumun eşiğinde olan birinin "Ben daha ölmeyi bile beceremiyorum bu hayatta başarılı bir şekilde ne yapabilirim ki zaten?" diye dert yanması şaşılcak iş değildir. Bunu düzeltmenin en kolay yolu ise kişiye değerli olduğunu hissetirmekten geçiyor.

DİNLER BU İŞE NE DİYOR?

Klasik teistik argümanların başına gelen imtihan bizi burada da karşılıyor. Başımıza gelen kötü olayların temeli imtihandan geçmektedir ve intihar edenler bu sınavı maalesef ki geçemez. "Allah'ın verdiği canı sadece Allah alır." öğretisi İslamiyet'te varsa da diğer semavi dinler de intiharı pek doğru bulmaz. Büyük bir günah olması sebebiyle çoğu teist kişi Tanrı'sız bir hayatın anlamsızlacağını ve ateizmin intihar edecek kişiye ister istemez cesaret verdiğini dile getiriyor. Ölüm gecesi, düğün gecesi anlayışına sahip olmasına rağmen konu intihar olunca kapılar çok sert kapanır. Çünkü bu söz eceli ölüm için geçerlidir. 

Nitekim intihar bizi çokça kez hür irade ve kader kavramları arasında çok çetrefilli bir tartışma oluşmasına neden olur. Sebebini basitçe açıklamak gerekirse birinin yaşamı intiharla son bulması birinin kaderi midir, kaderiyse neden günahtır ve hür irade bu işin neresindedir soruları hala kafamızı kurcalamaktadır.

İNTİHAR DÜŞÜNCESİNDEN NASIL KURTULURUZ?

Beni tanıyan arkadaşlarım Nietzsche'yle aramın pek olmadığını biliyorlar. Genellikle argümanlarına ve özellikle nihilizm gibi bir ontolojik fikre maalesef katılamıyorum. Buna rağmen felsefe dünyasına çok şey katmış olduğu ve Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabında da açık açık tanımını yaptığı Üstinsan (Übermensch) tanımını es geçemeyiz. İntihar fikrini silip atmak için gayet yeterli gibi geliyor.

"Yeryüzünün anlamı olacak Üstinsan! Yalvarırım size, kardeşim yeryüzüne bağlı kalın, inanmayın size dünya ötesi umutlardan söz edenlere!"
Friedrich Nietzsche

Bu tanımın o kadar ucu açıktır ki kimileri bununla dini reddeder, kimi inancına bağlanır, kimi ırkçı olur kimi de sosyalist. Tam da bu yüzden intihar fikrini kafanızdan tamamen siler.

Ayrıca tecrübeyle de sabit olmasıyla birlikte yeni hobiler edinmek muhteşem doğal anti-depresandır. 

MEHMET PİŞKİN...

Elbette 10 dakikalık bir videodan tanımak imkansız fakan cesedini kadavra olarak verecek kadar pragmatist, yabancı dostları için videosuna İngilizce bölüm ayıracak kadar düşüneli, videosunun sonunda hayatımızın aşkla ve güzel geçmesini dileyecek kadar sevecen... Bolca intihar notları okudum, videoları izledim hatta intihar anlarına bile göz attım fakat hiç biri Mehmet Pişkin kadar olgun değillerdi. Evet, Kurt Kobain'den bile.

Herif o kadar düşünceli ve olgun ki hem hamile olan arkadaşının doğumu etkilenmesin diye intiharını erteliyor hem de önceki aşklarından güzeldi dedikten sonra manyaklardı gerçi der demez çuvaldızı kendisine de batırmış olması...

Ben de sizlere bu yazımda onun bizlere veda ettiği yazıyla veda edeyim mi? Hoşçakalın ve kendinize çok çok iyi bakın.


15 Ekim 2017 Pazar

Platon'a Göre Aşk (Platonik Aşk)

"Aşk Metafiziği Varsa Felsefesi de Vardır" adını uygun gördüğüm kitap hâlâ daha yazım aşamasında olduğu için ilk bölümünü sizlere paylaşmak istedim. Çünkü yoğun bir çalışma istemesinin yanı sıra gerçekten bilgileri yazıya dökmek de tam bir zaman süngeri. Bakalım yazar kitabının girişinde bizler için ne demiş? :v

Felsefenin mucidi Sokrates’in öğrencisi Platon’u ilk sıralara koymasak olmazdı. Çünkü çok temel ve hemen hemen herkes tarafından kabul görmüş bir aşk görüşü var. “Platonik aşk” Bu kullanım günümüze kadar gelmiş olsa da bir takım anlam kayıpları olmadığını iddia etmek yanlış olur.

Bu görüşü iki kelime ile özetleme mümkün: Karşılıksız sevmek”

İdeal devlet düzenini öne atmış Sokrates’in öğrencisi de ideal aşkı koşulsuz ve şartsız sevmek olarak tanımlar. 21. yüzyılda bu tabir “sevgisine karşılık görmemesine rağmen seven” olarak kullanılmasına rağmen Platonik aşk görüşü bundan daha da geniştir. Elbette kendisinin sevilmesini beklemeden de sevmek Platonik aşk örneğidir fakat bu geniş bir kümenin alt kümesidir. Platonik aşıklık da hiç bir karşılık beklememek esastır. Bu olumlu ya da olumsuz yönde olabilir. Platonik aşık olan biri sevgisine geri dönüş almış olsa bile ilişkilerinin devamında karşılık beklememe tavrını sürdürmeye devam etmelidir. Örnek vermem gerekirse Şirin Ferhat’tan dağları delmesini isteyemez zaten Ferhat içindeki sevgiyle bunu yapacaktır. Daha az edebi bir örnek vermek gerekirse de ilişkilerinin başlangıcı adına da olsa (kadın ya da erkek fark etmeksizin) biri diğerinden dini inancını değiştirmek istememelidir. 

Uzun lafın kısası ilişki başlamadan, başında ya da sürecince taviz verilemeyecek fedakarlıklar yapılmasını istemeye ihtiyaç duymamak Platonik sevginin tam olarak anlamıdır. İşte bu yüzden Platon’a göre bu ideal sevgidir. Hali hazırda ortamda gerçek sevgi/aşk varsa bu tip durumlara sokulmaz. Peki ya taviz verilemeyecek fedakarlıklar nelerdir ve bunların değiştirilmesi ahlaki anlamda bizleri zora sokar mı?
                
Yukarıdaki paragrafta vermiş olduğum bir ilişkinin başlaması adına dini inanç değiştirmek taviz verilemeyecek fedakarlıkların başını çekiyor. Eh buradan türetmek mümkün çünkü “taviz verilemeyecek fedakarlıklar” aslında felsefenin ilgilendiği alanları ilgilendiriyor. Bilgi, varlık, sanat, siyaset ve din konularındaki düşüncelerinizin, fikirlerinizin ya da doğru bulduğunuz satır aralıklarının değiştirmesi veya empoze edilerek zorla kabul ettirmesi Platonik aşka uygun düşmez. Maddenin var olduğunu ve yok olduğunu düşünen iki kişi birbirlerine aşık olabilir fakat biri diğeri için “Ontolojik fikirleri değişse de onunla birlikte mutlu bir birliktelik kursam” diye düşünmemelidir.

-Veli. Senin sevgine karşılık vermemin tek bir yolu var o da “Ortak estetik yargılar yok.” demek.

-Ayşegül. Ben “Ortak estetik yargılar yok.” derim pekala fakat sen de “Tanrı hem içkindir hem dışkındır.” diyeceksin.

İşte bu diyalog Platonik aşka kelimenin tam anlamıyla ters düşmektedir. Bu hikayedeki Veli ve Ayşegül mutlu birliktelik yaşamak adına birbirlerinin fikirlerini kabul ettirmeye uğraşıyorlar fakat bu illüzyondan öte değildir. İdeal sevgi/aşk bir bireyin olumsuzluklarına takılmanızı engeller. Platon’a göre muhtemelen bu ilişki bir yerden sonra tıkanacak ve kaçınılmaz son ayrılıkla bitecek. Çiftler birbirlerinin vaktini çalmış olacak. Yukarıdaki diyalog ya da ona benzer bir şeyler yaşamadığınızı, duymadığınızı tahmin ediyorum. Karşılıksız sevmek eylemi çokça kişi tarafından ideal aşk olarak görünse de üzücü olan bunun sadece lafta kalması. Belki siz de sık sık Platonik aşka ters düşünüyorsunuzdur. Olamaz mı?

-Bülent sana vararım fakat üzerime ev arsa yap.

-Fatma iyi hoş kızsın da biraz kilo mu versen?

-Ahmet ben adonisli erkekleri çok çekici buluyorum o yüzden bir an önce spor salonuna yazıl.

-Abi tabi ki de komünist olmayacak, benim öyle biriyle olabileceğimi aklın alıyor mu?

Alıyor güzel kardeşim, alıyor. Eğer ideal sevgiye sahip olmuş olsaydın senin de aklın alırdı. Bu şekilde yazınca hiç masum durmadılar değil mi? Platonik aşkı sadece sevgisine karşılık görmeyen birinin sevmesi olarak değil, taviz verilemez fedakarlıktan arınmış bir ilişki olduğunu gördüğünüz zaman Platon’a daha çok hak veriyorsunuz ve “Cidden gerçek sevgi budur.” demeye başlıyorsunuz fakat dünya toz pembe değil. Platonik ilişkilerin sık sık tutarsızlıklarla boğuştuğunu belli ettik zaten. İşlerin etik kısmında neler oluyor?
                

Platonik aşkı Sokrates/Platon ikilisinin ahlak anlayışından inceleyecek olursak alacağımız cevap oldukça kısa olacaktır. Çünkü onlara göre bir insan ne kadar bilgeyse o kadar erdemlidir. “Taviz verilecek fedakarlıkların bu tip konulara engel çıkarmaması gerektiği” bilgisini bilen biri doğru bir eylem yapmış bulunmaktadır. İyi de işler gerçekten bu denli kestirip atılacak kadar basit ya da kesin mi?
                
Sevgi, aşk, ilişkiyi şartlarla boğup durmak ardından kendisini sevgisizlikle tehdit etmek kelimenin tam anlamıyla değersizliktir. Eğer ilişki yoluna girilmişse “Kullanım koşullarını okudum ve kabul ediyorum” demiş bulunuyorsunuz. Bunların zorlanmasını bir kenara bırakın teklif edilmesi bile yeterince yanlış bir eylemdir. Çünkü siz zaten birini sevmiş bulunuyorsanız onu değiştirmek üzerine faaliyetlerde bulunmazsınız, bulunmamalısınız. Nitekim sahip olduğunuz sevgi ideal değildir ve tarihin tozlu sayfalarında gömülmeye müstahaktır. Fakat bu tehditlere ya da ısrarlara maruz kalan birinin partnerine kulak vermesi doğru mu, yanlış mı? Sevgilerinin zarar görmemesi için kısa süreli bir kahramanlık yapmış bulundu, fedakarlıkların büyüğünü sergiledi. Bunu onu erdemsiz biri kılmasa da yapılması doğru değil. Hatta değerinin bir miktar düşmesine neden olabilir. Çünkü biri biriyse biridir. Ne demek bu? Hali hazırda kendinizden taviz vermenize gerek dahi yok. Bu flört döneminde karşıyı etkilemek için kendinden farklı biriymiş gibi tanıtmaya benzer. YANLIŞ ANLAŞILMASIN: Ne ben ne de Platon kendini eşinin fikirlerine karşı sert kilitler kilitlesin demiyoruz. Her daim tezinize, anti-tez gerekli ki sentez yapabilin. Burada doğru olmayan eylem zorunda kılmak üzerine kurulu.

13 Ekim 2017 Cuma

5 Maddede Şeriat Hukukun Reddiyesi

Dünyanın en klişe blog girişlerinden birini yapayım mı? Merhaba Dünya. Bu blog sadece tek bir konu değil birden fazla konuyu (genellikle bunlar felsefe, siyaset, din, ekonomi) irdeleyecek. Twitter bu tip şeyler için en iyi sosyal platform gibi gelse de hem 140 karakter sınırı hem de insanların ana sayfalarını uzun uzun kirletmekten ötürü blog'a geçmeye karar verdim. En azından kim, ne ilgisini çekiyorsa onu okur değil mi?

Şimdi "ilk blog, ilk yazı" klişelerini bir kenara bırakarak başlığımızdaki konuyla başlayalım. 5 maddede Şer'i hukukun reddiyesi.

5) Cehennem Neden Var Peki?

Konu din ve felsefesi olunca yapılan ilk şeylerden biri tövbe ha'şalar çekmek oluyor. Fakat Şeriat hukuk direkt olarak İslam'a ve anlayışlarına ters düşüyor dediğimizde biraz sert bir giriş mi olurdu? Haydi gelin biraz daha irdeleyelim.

Söylemeye ihtiyaç bile duymuyorum fakat İslamiyet de Yahudilik ve Hristiyanlık gibi ölümden sonra bir hayatın yaşanılacağı en temel öğretilerinden biridir. Nitekim her kul bir imtihandadır ve bu imtihandan layıkıyla çıkanlar cennetle ödüllendirilirken, imtihandan kalanlar cehennem ile cezalandırılır. Bu pekçe kez "ilahi adalet" susuzluğumuzu dindirse de kimilerini doyurmamış olacak ki bu sistemi geçici dünyaya getirmek istemiş.

Bunu incelemek için bir senaryo yaratalım. Çok klişe fakat çokça bilinen "hırsızlık neticesinde kol kesilir" hukukunu ele alalım;

Hiç tartışmasız bir gerçektir ki hırsızlık Allah katında hoş karşılanmayan davranışlardan biridir ve gerek nefsine yenik düştüğü için gerek yapılan eylemin başkalarına zararı dokunduğu için cehennemde bunu ödeyebilir de ödemeyebilir de. Allah, bağışlayandır. Tövbe edildikten ve kul istikrarını sürdürdükten sonra ne ala! Fakat iş Şer'i hukuka geldiğinde Allah'ın kararını vereceği bir görevi üstlenip hüküm getiriliyor. İşte şimdi çekin tövbeleri, ha'şaları! Eğer biri kötülük yaptığı için geçici dünyasını cehenneme çevirecekseniz, ezeli dünyanın cehennemi neden var? Yoksa cehenneme olan imanınız o kadar sağlam mı değil? Bırakın kötülük yapma hakkını din ve vicdan hürriyetini

"Sizin dininiz size, benim dinim banadır." (Kafirun Suresi:6)

ayetiyle vermiş bir Tanrı'nın kitabına inanıp iman ettikten sonra "bazı" meseleleri Allah'a bırakmayıp kendin halletmeye çalışmak iki yüzlülüğün ta kendisi olduğu gibi Allah'a tam olarak güvenmediğinin de resmi olmuyor mu? Müslüman, "yaratıcısına teslim olmuş" anlamına geliyorken bu yaman çelişki hiçte hafife alınacak cinsten değildir.

(Bu argüman için dostum Ali'ye teşekkürler.)

4) Kaynak Başlıca Tehlike: Hadisler

Şeriat hukukun patlak verdiği noktaların en büyüğü %80 oranlı olarak hadis kaynaklı oluşudur. Gelenekçilerin çok sık düştüğü hatalardan biri "1400 yıldır İslam coğrafyası bunu uygulamış, bu şimdi mi sakıncalıdır?" argümanı olabilir. Bir eylemin çokça kişi tarafından yapılıp uzun sürelere yayılmış olması tamimiyle doğru olduğu anlamına asla gelmez.

Bu tip yanılgıların şüphesiz ki en iyi örneği "Dünya yuvarlak." diyen adamdır. Milyonlarca insan, binlerce yıl Dünya'yı düz bildiler fakat bu "Dünya düzdür." bilgisini asla ve asla doğrulamadı. Hadisler için başlı başına bir yazı hazırlamayı düşünüyorum fakat değinmem gerekirse de Kur'an'a ve akla uymayan tonlarca söz öbeğinden oluştuğunu söylemek mümkün.

Dinler tarihini incelediğinizde en sık göreceğiniz şeylerden birinin; bir din, ilk çıktığında Platoncu akılcıların filtresinden geçtiği olacaktır. Hadisler bu filtreden geçememelidir çünkü peygamberin cinsel hayatından tutun da bilime tam anlamıyla zıt düşen saçmalıklar kümesinden başka hiç bir şey değiller. Dinlerin insan uydurması olduğu yönünde çokça argümanlar atılır, herkes birbirini çürütmeye çalışır fakat konu hadisler olunca işiniz hiç zor değil. İnsan uydurması olduğu apaçık belliyken öte yanda alemlerin Rabbi diye iman edilen Allah'ın sistemi, diğer tarafta aciz kulun aciz sistemi.

3) Ulu Tanrı Böyle Acımasız Olamaz

"Cehennem Neden Var Peki?" bölümünde söylediğim bir cümle vardı. "Allah, bağışlayandır." Bu benim çıkarımım değil direkt Kur'an'da geçen (Nisa Suresi:110) Tanrı tanımının ta kendisidir. Çok kurcalamaya gerek yok, besmeleye baktığınızda bile "Rahman ve Rahim" olan Allah'ın adıyla konuşulduğunu görürsünüz. Rahman, esirgeyen; rahim ise bağışlayan anlamlarına gelen iki kelimedir ve çokça kez tekrarlanır. (Tövbe Suresi hariç olmak üzere.)

Üstelik Allah bağışlayıcı olduğu gibi bağışlayanı da pek sever. Eğer bağışlamak kötü bir davranış olsaydı Tanrı kullarına bunu yapmazdı. Ahlak felsefesi üzerinde çalışmış teistlerin sık sık kullandığı bir anektot olmasına rağmen yanlışlığı -en azından bir imanlı için- hakkında pek konuşamayız. İslam'da günahların affedilip bağışlanması, yalnızca Allah'a aittir. (Bakara Suresi:135) Şer'i hukuk ve hüküm getirmek ise bir nevi Allahçılık oynamaktır. Kimin cennete, kimin cehenneme gireceğini siz tayin edemediğiniz gibi yapılan eylemin faturasını kesmek de size düşmez. Bu şirke girer ve şirk Allah'ın affedemediği tek eylemdir. (Nisa Suresi:48)

2) Kadın-Erkek Eşitliği mi?

O ne, yeniliyor mu? Zevzekliği bir kenara bırakacak olursak Şeriat hukukun büyük fiyaskolarından biride kendisi için "Biz Kur'an, hadis ve sünneti kaynak aldık." demesine rağmen hiç bir şekilde Muhammed'in hümanistliğini göremiyoruz. Benim de hiç doğru bulmadığım ve sinirlendiğim "kadına bir, erkeğe iki miras payı" gibi bir takım şeyler Kur'an da maalesef mevcut. Bunu Müslüman düşünürler "Bu ayet tarihseldir. O zaman kadına mirastan pay verilmezdi bu bile neticesine çok büyük bir adımdır." demelerine rağmen asla kabul edemiyorum. Kitapta durumlar böyleyken işler Muhammed peygambere geldiğine kesinlikle böyle değil.

Yahudilik'ten başlamak üzere, Hristiyanlık ve İslamiyet'te kadın-erkek üzerine olan fikirleri bir yazı dizisi haline getirmek gibi bir planım da olsa şundan bahsetmem gerekli ki -Havva'dan ötürü olacak- bu dinlere inan kişilerin erkekleri kadınlara gerçekten sinirli. Dört kitabın ayetlerini aptalca ve çıkarca yorumlayarak bunu sizinde tam tersini erkekler için yapmanız gayet mümkün. Tarihseldir, adettir, ilerlemedir tarzındaki argümanları kabul edemeyeceğim ve Şeriat hukukunu reddetmek için en gerekli maddeye geçeceğim.

1) İnsan Haklarıyla Tamamen Ters

"Diğer dört maddeyi boş verin. Sadece bu madde bile Şeriat hukukun reddiyesi için yeterli olacaktır."

Şeriat hukukun savunucuları derler ki: "Her şeyin doğrusunu Allah bilir. Sonradan el yapması olan insan hakları mı, yoksa Şer'i hukuk mu haktır?" Ben ise onlara kibarca hasiktir diyorum. Sonradan el yapması dedikleri insan hakları "cinsiyet, ırk, köken, renk, dil, düşünce farkı" gözetmeksizin sahip olduğumuz YAŞAMA'yı içine alır. Tıpkı kimin gibi? Elbette Muhammed. Her şeyden önce Muhammed bir tüccardı ve tonlarca kültürle iç içe olmuştu. Evrenselliği yakalamanın ayrımcılıktan değil birleştiricilikten (ümmet) geleceğini de ön görecek kadar zeki biriydi.

Din ve vicdan hürriyetini geçin Şeriat size zorla ibadet de yaptırır. Bu tüm özgürlük ve hür irade tanımlarına aykırıdır. Orada imtihan edilecek etmen bırakmazsan sonunda ne olur herkes cennetlik mi olur?

Namaz kılmayan kişilerin ömür boyu hapsedilmesi ya da öldürülmesi Şeriat hukukunda en çok bilinen bir diğer hükümdür. Kişinin Allah'ı ile kendisi arasında olan bir ritüeli bu denli çirkinleştirip insan haklarına zıtlaştırmak normal şartlar altında rasyonel Kurancı anlayışta hoş karşılanmaz fakat "Bunu yapmayan kafirdir!" mottosuyla yüreklere cehennem korkusu salan bir güruhun olduğu gerçeği değişmemekte.

Toparlamak gerekirse; Şeriyat hukuku hayatın ve dinin ta kendisiyle ters olduğu gibi ateistik argüman üretmek için biçilmiş bir kaftandır. Bu sizlere "Peki ya ideal devlet düzeni hangi hukukla olur ki?" sormanıza olanak verir. Platon'un Devlet'i içinde yaşamak isteyeceğiniz bir ütopya olacaktır.

Umarım yazımı sıkılmadan tek çırpıda okuyabilmişsinizdir. Yazılarımızın nice nice artması ve sizlerin de okuması dileğiyle. Okuduğunuz için teşekkürler. İmla ya da kaynak hatası varsa bildirmeyi lütfen ihmal etmeyin.