12 Mart 2021 Cuma

düzene sokulamayan hayatlar ve oyunlaştırma teorisi üzerine

 öncelikle cümleten S.A.

nasılsınız, keyifleriniz umuyorum ki gıcırdır. eğer ki keyifler gıcırsa direkt girişiyorum konuya. genellikle blog'a yazı yazarken (ki en son yazdığım şeyin 2020'de olduğunu düşünürsek) kişisel konulardan bahsetmeyi pek sevmiyorum. evet, fikir beyan ettiğim için illa ki duygu durumlarım ve hissediklerim yazıya bir şekilde dahil oluyorlar. fakat demek istediğim blog'u çıkış amacına göre, yani bir günlük gibi kullanmıyorum. blog yazılarının başında çoğu zaman üzgün olduğumu ve üzgün olduğum zaman din felsefesi üzerine yazdığımı söylüyorum. şu anda da üzgün olduğum bilgisi doğrudur, lakin bir şeyler araştırıp felsefe yazısı yazmak yerine neden bilmiyorum bizzat kendimden bahsetmek istiyorum.

üzgün olmamla alakalı işin üzücü tarafı, bu üzüntüyü herhangi bir şeye temellendiremem. bir diğer deyişle, "neden üzgünsün?" sorusuna net bir cevap veremiyorum. birtakım cevapları var, yok değil: gelecek kaygısı, aile ilişkileri, okulun uzaması, siyasi ve romantik sebepler... fakat hangisi hüznün temelini oluşturup benim bok gibi hissetmeme ve biricik de olsa yararlı bir şey yapamamama neden oluyor, bunu bilemiyorum. bilmediğim için sorunu da çözemiyor, sorunu çözemediğim için hayatımı düzene sokamıyor, hayatımı düzene sokamadığım için biraz daha üzülüyorum. ve bu bir döngü halinde devam ediyor.

mevzubahis motivasyon eksikliği olduğu zaman "sadece kendine güven" tavsiyesinden katbekat daha çok işe yarayan bir şeyi kullanıyordum: oyunlaştırma teorisi. oyunlaştırma teorisi diyor ki, hayat denen bu amk çocu'nu biraz daha katlanabilir ve eğlenceli kılmak için gerçekten bir oyun gibi kural/oynanış çerçevesine sokalım. örneğin "para" grind'lamak için "iş" adı verilen quest'i yapmak ya da "resim çizme" skill'ini geliştirmek için beceri kitabı okumak. bu şekilde, mmo jargonuyla anlatınca "zahmet" olarak görünen bu eylemlerin birden bire eğlenceli etkinlikle dönüşmesi, hele ki benim gibi oyun oynamaktan keyif olan birisi için, harika bir durum. tüm bunlara rağmen beynimi kurcalamadan edemiyor: neden zahmeti bir şekilde keyifleştiren beynim artık bunları zahmetin zahmeti olarak görmeye başladı?

aslında bundan birkaç gün öncesi inanılmaz iyiydi. hüznüm hiçbir zaman dinmedi, fakat verimli olmayı başarabiliyordum. yeni bir enstrüman aldım mesela, onu kurcalıyordum. ya da yazılım öğren dediğiniz için yapay zekânın nasıl bir şey olduğunu öğrenmeye başlamıştım. youtube'a video yapmak için yayın akışı hazırlamak, video metni yazmak, seslendirmek, seo çalışmak gibi (((bence))) inanılmaz verimli şeyler yapmıştım. ben gerçekten artık anlamlandıramıyorum. neden birden bire bu kadar sert çakılıyorum?

hiçbir şeye çözüm sunmadığımın ve sadece soru sorduğumun farkındayım ama neden hayal kurmak için uyku uyumayı tercih ediyorum? gerçi sorun da bu ya, cevap verememek. mesela bir soru daha sormak isterim: neden kendime bu kadar yükleniyorum? "kendini sevmeyen birini kimse sevmez" klişesi doğru mu ya? kendimi neden değerli bulamıyorum da insanların bunu bana söylemesine ihtiyaç duyuyorum? dolanbaçlı lafları bir kenara bırakarak devam edeceğim artık: yeni ahit'i ilk kez okuduğum zaman "tanrı sevgidir" tanımını okuyan ve beynimden vurulmuşa dönen ben, neden birden bire bu sevgiyi hissedememeye başlamıştım? şimdi düşündüm de, sanırım tek cevabını bildiğim sorunun cevabı bu ya.

varoluşçu reis sartre'ın yalnızlık ile alakalı ne söylediğini bilir misiniz çocuklar? düşündüklerinizin kafanızın duvarlarına çarpmasıyla alakalı olan şeyi demiyorum ama. yalnızlık, yanınızda birilerinin olmaması değil istediğiniz kişinin olmamasıyla alaklı. işbu durum sevgi için de aynı çalışıyor olsa gerek. rastgele birilerinin sevgisini değil sizi sevmesini istediğiniz kişinin sevgisini istiyorsunuz. peki durumu benim gözümden bakacak olursak yine bir soruyla daha kafanızı ütülemek isterim: neden beni sevmesini istediğim kişi yine bizzat ben değil de, O olmak zorunda?

oyun, kurallara uygun oynayınca eğlenceli. kural kitapçını başkasına verince istediği gibi kuralları eğip bükmesine izin veriyoruz aslında. bu da aldığımız keyfi düşürüyor gibi, bunun farkındayım. ama bu kural kitapçını nasıl ele alırız keşke bunu da bilseydim. bu satırları okuduğunuzda (ki neden okuyasınız, ve hatta neden bu yazdıklarımın okunulmayacak değersizlikte olduğunu düşünüyorum onu bile bilmiyorum) edebiyat parçaladığımı ve hatta kafa açtığımı düşünebilirsiniz. eh haklı gibi de duruyorsunuz aslında. fakat kendimi ifade edebilmenin daha iyi bir yolunu ne yazık ki düşünemiyorum.

hayat, benim gibi biri için fazla "compatitive".
ne zaman "chill"leyip dalgamıza bakarız tahmini? 

"uykuyu düzene sokmak" gibi basit bir şeyi bile beceremiyorken nasıl dahasına yönelebilirim ki? hayatımda daha önce bir şeyleri başarmadım mı, aslında evet başardım. bunları neden küçük şeyler olarak görüyorum ki peki? örneğin üniversitem. ben "ytü'de okuyorum" dediğimde çok keyif alıyorum dürüst olmak gerekirse, gurur duyuyorum yani. fakat kendi başımayken bunu neden matah bir şey göremiyorum. ya da hatırladığım gibi mi kof 98 videomu (ilk başta yazarken videosunu yazdığımı fark ettim, yani kendi videomu bile sahiplenemiyorum bilincimin altında sanırım) izlerken kendi sesimi duymaya tahammül edemezken enis ve dost'un video hakkında olumlu konuşmaları beni neden mest ediyor?

tüm bu tatavayı bir kenara bıracak olursak ben artık kötü hissetmekten ve saman alevinden hallice sevinçlerimden sıkıldım. huzurlu ve mutlu hissetmenin hakkım olduğunu düşünüyorum. çünkü bunları hak eden birisi olduğumu düşünmüyorum aslında. fakat bu tutarsızlığın ve karmaşıklığın içinde kalmış, yönünü bulamayan bir insan olmaya şimdilik dewamke. umarım bir gün buraya yazdığım soruların cevabını bulurum. bu soruların cevabını veren ya da bu soruların tamamını unutturabilecek biri de gayet kabul edilebilir. understabil, iyi günler dilerim.

cümleten A.S.