11 Şubat 2018 Pazar

İtiraflarım ve Hayallerim - 1

Tolstoy'un "İtiraflarım" eserinden acayip özendiğim yazıya hoş geldiniz fakat ben görüp arttıryorum ve beş madde halinde hayalini çokça kurduğum ve bu saatten sonra imkansız gibi gelen fakat "belli mi olur neden olmasın" diyerek resmen bipolar düşüncelere sahip olduğum senaryolardan bahsedeceğim. Öncelikle burayı ve sizi biraz övmek istiyorum.

İtiraflarımın ilki buranın benim için doğal bir anti-depresan olduğunu söylemek olurdu sanırım. Çünkü gerçekten gerek yaptığım işlerin gerek hobilerimin hiç saygı görmediğini düşünüyorum ve hatta düşünüyorum değil öyle. Örnek vermek gerekirse hem çocukken hem de şimdi babam benim oyun oynamama hiç saygı duymazdı. Hani desem başarısız bir öğrencilik ya da sancılı bir sosyal hayat geçiyorum en azından biraz hak verebilirdim fakat aldığım notun 90 değil 95, 95 değil 100 olması gerektiğini düşünen sapkın herifin tekiydi/tekidir. Sürekli, çalışmamı değil "ders" çalışmamı öğüt eder dururdu. Onun yüzünden sancılı bir SBS dönemi geçirmem de cabasıdır. Elbette salsın beni lay lay lom olsun demiyorum ama ben sınavdayken bir soru işaretlerken "Şimdi bu yanlışsa babama nasıl hesap veririm?" dediğimi çok net hatırlıyorum. Ayrıca 7. sınıftaki sınavım oldukça kötü geçmişti (en azından ben öyle sanmıştım) ve eve gitmekten korkar oluşum beynimi kemirir durur. Ayaklarım adım atıyor ama iki ileri bir geri. Ona göre hayatımdaki her başarısızlığın suçlusu oyunlar ve bilgisayardı. Bana göre de biraz eğlence aradığım kaçış alanları. Başarısızlık dediğim şeyler de takdir belgesinin yanında onur belgesi getirmemek ya da karne ortalamamın 95 yerine 90 olması gibi şeylerdi. Nitekim hâlâ daha saygı duymaz, kafası asla almıyor.

Bir diğer örnek de annem olurdu sanırım fakat bu onu tamamen suçlayabileceğim bir şey değil çünkü nesil farkı burada kendini ister istemez belli ediyor. Dersler ve okul konularında bana güveni tam, benim ne zaman-ne yapmam gerektiğimi bildiğime inanması aşırı güzel. Buradan ayrılan durum her bilgisayarın karşısında geçtiğimde oyun oynadığımı sanması. Mesela bir yazı hazırlıyorum veya mühim bir haberin detaylarını almam gerekli onun için bilgisayarın başındayım ve beni bazen gerekli, bazen aşırı gereksiz bir durum için çağırdığında biraz süre istediğimde oyun oynadığımı sandığı için suçlayıcı şeyler söylüyor. Buna bazen sinirleniyorum bazen sinirlenmiyorum çünkü dediğim gibi "sanıyor". Ayrıca bu her daim yaptığı bir şey de değil çoğu zaman tolerans gösteriyor.

Daha fazla örnekle kafanızı şişirmek istemiyorum ama bu kimseler tarafından saygı görmüyor ki. Felsefe okumam, yapmam bununla birlikte onu hayatımın yönelticisi haline getirmem sayısız insan tarafından "boş iş, ne gerek var, gereksiz, saçma" gibi ithamlar duymak eh takdir edeceksiniz ki bir süre sonra can sıkıcı hale geliyor. Hatta eski yazılarıma (en iyi örneği Hobilere Yapılan Ayrımcılık) baktım ve bu paragrafın ilk cümlesini yazarken aklıma geldi her daim "canınızı sıkmak istemem, kafanızı şişirmek istemiyorum, biliyorum tanımlamalar biraz can sıkıcı ama, konu yine din felsefesine geldi biliyorum sevmiyorsunuz ama" tipindeki sözcük takımlarını aşırı sık kullanıyorum. Bana bunların gerçekten gereksizliğini kabul ettirdiğiniz yetmiyormuş gibi kendi fikirlerimi açıklarken aşırı utanır, sıkılır olmuşum. Bu sizin suçunuz.

Bu sayfayı açıp buraya kadar okuduysanız bana değer vermiyorsanız bile en azından saygı duyuyorsunuzdur demek. İşte tam da bu yüzden burası ve siz benim doğal anti-depresanlarımsınız. Sizi sevmemek elde değil canlarım benim, öpüyorum hepinizi. Nazi sempatizanı ve çomar olanınız varsa onlar hariç. :v

İkinci itirafım "sevgisizliğin en diplerine düştüğüm" zamanlarda Teslis'in acayip mantıklı gelip bir aralar ona inanmış olmam olacak. Benim teolojimde teslis ikiye ayrılıyor; Tanrı oğlu İsa içeren Teslis ve Tanrısal öze sahip Tanrı oğlu İsa içeren Teslis olmak üzere. İkinci olanın doğruluğu savunulurken şu argüman ortaya atılır; "Tanrı bizi o kadar çok sever ki İsa formunda ete kemiğe büründü ve herhangi bir aracı olmadan kulları ile doğrudan içli dışlı oldu. Yine sevgisinden ötürü günahlarımızın affı için insan sureti çarmıha gerildi." O halde bunu duyan ben gerçekten çok etkilenmiştim, aslında hâlâ daha etkileyici fakat Tanrısal öze sahip Tanrı oğlu İsa Teslis'inin tutarsız, saçma, akıldan uzak ve dünyadaki hiç abartısız BÜTÜN kutsal metinlere (ve evet İncil dahil) ters düştüğünü gördüğümde anında bıraktım. Hele ki Augustinus'un "Bizim aciz dilimiz Teslis gibi kutsal, karmaşık sistemi tam olarak ifade etmek için yetersizdir bu yüzden sürekli bir yerlerden fire verirmiş gibi görünür." tarzındaki aptalca düşüncesi de tuzu biberi oldu. Tanrı sevgisinden bahsetmek için ille de İsa'nın tanrısallığına ihtiyaç da yok hani.

Madem konu inançlara geldi üçüncü itirafım ise teizmin beni intihardan kurtarması olsun. Uzun bir süre boyunca intihar konusunda çok kafa patlattım, denemedim fakat çok sık düşünür oldum. İntihar ettiğimde neler olurdu, eminim ki üzülen dahi olmazdı, intihar notuma ne yazardım gibi şeyleri düşünmeden kendimi alamıyordum. İntihara meyillilik üzerine sıkıca yapılan araştırmaları ve yazılmış makaleleri okuyordum. 6 madde vardı onlar da şunlardı; Yalnızlık - Kendine acıma - Istırap - Depresyon - Çaresizlik veya Umutsuzluk - Ölüm veya İntihar. Bunu okuduğumda çok korkmuş, elim ayağım buz kesmişti. Gerçekten ölümü saf olarak hissettiğim anlardan biri olduğuna yemin edebilirim. Tam da sırasıyla olmak üzere hali hazırda ilk beş maddeyi zaten kendime gösteriyordum geriye son madde olan intihar kalmıştı. Hiç şüphesiz bu tip durumlarda yapmanız gereken şeyi yapmalıydınız. Kendimi Tanrı'nın kollarına bıraktım ve onun evreninde yaşamın anlamsızlığının imkansız olduğunu gördüm. O'nun yarattığı hayat elbette anlamlı olmak zorundaydı. Kıssalardan hisse çıkardım, anlam yükledim ve işte şimdi buradayım. Şu an itibariyle intihar aklımın ucuna bile uğramıyor çünkü şunu gayet iyi biliyorum ki; "Allah'ı olan asla kaybetmez." Yaratıcı/Rab olmasa ve hatta din indirmemiş olsa şu an ölü biri olabilirdim. Çokça kez şükürler olsun.

Ölü olmak bizi dördüncü itirafımıza getiriyor olmalı. Bana göre (nitekim Kant'ı baz olarak söylüyorum) iyi insan olmak bir ödev. Herkes iyi olmak zorunda ve "vay be iyi biriymiş" diye övgü almamalı. Hiç bir şoför güzel araç kullandı diye övülür mü, hayır. Nitekim bir insan da iyi olduğu için övülmemeli. Erdemli insan, eline kötülük yapma imkanı geçse bile kötülük yapmayan insandır. Bunun ışığında hareket etmeye çalışıyorum fakat ahlak, toplum baskısı ve cehennem olmasaydı kesinlikle cinayet işlerdim. Bu sadizmden değil, kıskançlıktan ötürü. Çok çok çok kıskandığım biri var ve o kadar çok kıskanıyorum ki 9mm baretta mermisini tam da anlının çatından vurmayı gözümü kırpmadan yapabilirim. Kim olduğunu, neci olduğunu ve ne iş yaptığını elbette söylemeyeceğim bu kişi sıklıkla okul yolunda aklıma geliyor, sebebini benim de bilmediğim bir şekilde. Bu dürtümü araştırdım ve bilimin de tam olarak onayladığını gördüm. Uzun lafın kısası hastalık ya da delilik değil baya bildiğiniz doğamızda olan ya evrimsel ya da fıtratsal olarak içimize işlemiş. Bu durum tam da şuna temellendiriliyor. "Birini kıskandığınız zaman onun yerinde olmak isterseniz. Onun yerine olma ihtimaliniz yoksa 'Madem ben o değilim, o da o olmayacak!' şeklinde bir dürtü geliştirerek onun öldürülmesi gerektiğini düşünmeye başlıyorsunuz. Sizin sahip olmadıklarınıza sahip olmasıyla 'Ben de yoksa kimselerde olmasın' düşüncesi sizin hayvanî yanınız olan süper egonuzdan gelir. Hali hazırda id ve ego ara buluculuğu bu düşünceye sahip olsanız bile yapmanızı engelleyecektir." Demem o ki bunun olmayışı anormal ve hayatta kalmak için şart. Ayrıca kötü eylemlerin filtrelenmesi hele ki benim gibi teist için oldukça kolay olduğunundan bu bir problem değil, aksine hayatta tutucu bir etmen.

Sırf beş tane olsun, düz olsun diye bir itiraf yazmak daha istiyorum. OKUDUĞUM OKULDAN DA, BÖLÜMDEN DE MEMNUN DEĞİLİM AMAN ALLAH'IM. Bölümü değil ama okulu bunu bile bile tercih ettim o yüzden pişman değilim. En azından canım evim, canım memleketim İstanbul'dayım. Ayrıca tercihini yapabileceğim en iyi okul olduğunu hâlâ düşünüyorum. İngilizlerin bir lafı vardır bilir misiniz; Still better than Nişantaşı, Fatih Sultan Mehmet ve Haliç Üniviersitesi. O yüzden şikayet etmiyorum, kendimi paralamıyorum ama yine memnun olmadığımı belli etmek istiyorum. Belli mi olur belki başka okullara transfer olurum. :v

Şöyle bir yazdıklarıma baktım da metin okumanız için oldukça uzun olmuş o sebepten burada kesip yazıyı 2 bölüm haline getiriyorum. İlk yazıda 5 adet itirafımı okudunuz, ikinci yazı da 5 adet hayalimi okuyacaksınız. Yazının burasına gelen sen, çok teşekkür ederim. Vallahi lan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder